Camel

Halen İngilizce. İsim.

1- Aslen bir tür çöl sakini olduğu hissi uyandıran, hörgüçlü bir hayvan. Örnek: "Bu kurban sülalecek Camel'a giriyoruz."

2- Paketinin üstünde aslen bir tür çöl sakini olduğu hissi uyandıran, hörgüçlü bir hayvanın resmi olan, bir zamanlar harika bir tadı olduğu halde Caponların eline geçtikten sonra harakiri yapan ama yine de delikanlı insanın vazgeçmeyeceği sigara markası. "Babuş, kamelinden bi' tane daha alıyorum."

3- 1969 yılında Andrew Latimer öncülüğünde İngiltere'de kurulan, Latimer'in sürekli eleman atmasından dolayı kendisi dışında özgün üyesi kalmayan ama bu durumun Latimer yaşadığı sürece fazla da önem arz etmediği progressive (emmeli gömmeli) rock grubu. Örnek: "Yaz aylarına doğru, biranın terleyen şişesini kavrayıp, güneşin kavurduğu şehre ve şehrin tepesindeki mavi - sarı cümbüşe şöyle bir dalarak, Camel'ın Rajaz albümünü arka arkaya on defa dinlemek kadar müthiş bir keyif yoktur!"


17 yaşında üniversiteye başladığımda, ilk iki hafta yurt çıkmadığı için Kumrular Caddesi'nin üstünde bir otelde konaklamak zorunda kalmıştım. Yerli fahişeler ve onların "kocası" modunda takılan pezevenkleri, memlekete yeni sirayet eden Romen fahişeler, ne iş yaptığı belli olmayan yasaların içi ile dışı arasında gezinen tuhaf tiplerle dolu bir oteldi. Gündüzleri ODTÜ'nün Avrupai sterillikteki tertemiz hazırlık okuluna devam ediyor, çocukça oyun yöntemleriyle İngiliz dilinde gelişiyor; akşamları da içip içip birbirlerine "Oğlunun mezarını sikerim lan!" diye bağıran, bu hoş kavga esnasında resepsiyon masasını yerle bir eden ve birbirlerinin kafalarında floresan ampül kıran kırk yaşlarında iki kardeşin işlettiği otelde mutlu anlarla coşuyordum.

Otel öylesine pis ve izbeydi ki, son kata çıkana kadar, pislikten bordoya çalar hale gelmiş halının tümseklerine takılmamak için çaba sarf etmem gerekiyordu. Tabii ki bu meselede bir kaç katın lambalarının yanmamasının da payı vardı sanırım. Bulunduğum katta tek tuvalet ve tek banyo vardı. Her ikisi de rutubet ve sigara dumanı kokuyordu.

Kumrular Caddesi'ndeki bir büfeden aldığım sigarayı, sadece yatağın ve gardrobun sığabildiği odamın penceresinden caddedeki arabalara, insanlara ve yolun karşısındaki halk kütüphanesinin projektörlerinin ışığıyla sakil ve ürkütücü yılbaşı ağaçları gibi aydınlanan kavaklara bakarak açtım. Dışarıda canlı, akıcı ve garip bir hayat, benim avucumda ise "Tanrı'nın Bedevilere Armağanı" denilen uyuz bir hayvanın ve ardındaki bir kaç derme çatma evin resmi olan bir paket sigara vardı. Daha önce hiç sigara içmemiştim, sigaranın kokusu da, izmaritin görüntüsü de midemi bulandırırdı. Öyle ki lise döneminde bütün arkadaşlarım tarafından sıkı bir sigara düşmanı olarak tanınıyordum. Fakat şimdi ellerimdeydi, içinden bir tane çekip, hayatımın ilk sigarasını yaktım.

Bundan on gün kadar sonra ODTÜ 8.Yurt 612 nolu odada, uzaklardaki tepelere kadar uzayan çam ormanını izliyordum. Oda arkadaşlarımdan birisi, "Şunu bir dinlesene" diyerek, gıcırtıyla dönen Sony Walkman'inin kulaklarını bana uzattı. İçime akan, saat gibi işlemesine rağmen, insana verdiği sonsuz bir ufka bakıyor olma duygusunu asla kaybetmeyen bir müzikti. "Kim bunlar?" diye sordum. "Camel" diye yanıtladı. Bir süre sonra elindeki üç beş albümün kopyalarını kendi walkmanimde dinleyerek dolaşıyordum, bu müziğe aşık olmuştum.

Geçen yıllar boyunca pek çok başka marka sigara içmiş olsam da, müzik arşivimi kaç bin albüme sahip olduğumu bilemeyecek kadar genişletsem de, bu iki Camel hayatımda vazgeçilmez yer işgal eden develer olarak kaldılar. Bu iki Camel'ın müptelası olmayı aradan geçen 17 yılda korudum. (Ya da aslında onlar beni bırakmadılar.)

Ha, aranızda "İyi güzel de, bu anlattıkların ansikloplopetli kültüründe yeri var mı bre zındık?" diye soran çıkarsa da, "Valla haklısınız ama şeytana uydum, kendime hakim olamadım" diye kendimi savunurum.

Bu özel maddeyi, Camel'ın bir şarkı sözü bitirmeye ne demezsiniz güzel zoofililer sizi? Zamanında, Sosyomat namlı sitede grubun son dönem albümlerinde Rajaz hakkında şöyle yazmışım:

"Grubun o dönemki basçısı, Camel'in her bir şeysi Andrew Latimer'e 'World Music -A Rough Guide' isimli bir kitap hediye eder.

Latimer kitabın Arap müziği kısmını okurken Rajaz kavramıyla karşılaşır.

Rajaz, eski zamanlarda kervanlardaki develerin ritmine göre doğaçlama yapılan müziğe verilen addır. Bu ritmin yarattığı müziğin çöldeki uzun yolculuğu, yolculara katlanılır kıldığına dair inançtan etkilenen Latimer bu fikir üzerine çalışır ve Ekim 1999'da Rajaz albümü yayınlanır.

Bu albüm dinleyeni öylesine sarar ki, her şarkı çölün sarısının ve göğün mavisinin sonsuz karışımı arasında gezdirir durur insanı.

Bir tür hipnoz tedavisi gibidir.

Albümle ilgili bir fan sitesinde şu ifade var: Şairlerin müziği bir zamanlar büyük çöller boyunca kervanları taşıyordu...devenin adımları, yorgun yolcuların nihai hedeflerine -yolun sonuna- gidişlerinin müziğiydi. Bu şiire 'rajaz' denirdi. Rajaz, devenin ritmiydi."

Camel - Rajaz

When the desert sun has passed horizon's final light
and darkness takes it's place...
We will pause to take our rest.
Sharing songs of love,
tales of tragedy.

The souls of heaven
are stars at night.
They will guide us on our way,
until we meet again
another day.
When a poet sings the song and all are hypnotised,
enchanted by the sound...
We will mark the time as one,
tandem in the sun.
The rhythm of a hymn.

The souls of heaven
are stars at night.
They will guide us on our way,
until we meet again
another day.
When the dawn has come
sing the song,
all day long.

We will move as one,
bear the load
on the road.

The souls of heaven
turn to stars
every single night
all across the sky...
they shine.

7 yorum:

Adsız dedi ki...

camel denince tom robbins'in "ağaçkakan"ı gelir ilk aklıma.
ansiklopedik bir sözlüğün camel maddesinde bahsedilmesi gerekir diye düşündüm. tom söz konusu kitabında camel paketini arkadaşlarına tek tek göstererek resimdeki kızı görüp görmediklerini sorar. arkadaşları göremediğinde kendisi bir kere daha bakar ve her seferinde "aaa kız gitmiş" diyerek iğrenç espirisini patlatır. 189 sayfa roman işte bundan ibarettir.

lili

Adsız dedi ki...

paris'i, new york'u, st petersburg'u, istanbul'u okudum kitaplarda; arka sokaklarını...

30 yıldır sterilsteril yaşadığım şu şehri ise ilk defa böyle okudum.

eline sağlık

hiç dedi ki...

sevgili lili,

o kitabı okumadım ama aynı geyiği biz de bedevi ile yapardık.

"bedevi nerde?"
"bilmem..."
"devenin yanında güneşte beklemekten sıkılmış arkadaki eve gitmiş"

teşekkürler :)

hiç dedi ki...

yorumun için teşekkürler isimsiz,
ama ankaranın arka sokaklarını yazdığım gerçekten de iddialı olur. (bentderesi ve ulustaki payvonlar ve çinçin varken :))

Adsız dedi ki...

sevgili lili,
kanımca ağaçkakan'a biraz haksızlık ediyorsun :) sen orjinalini okumuş olmalısın, benim okuduğum 240 sayfalık çevirisi çok keyifliydi ve bir espriden ibaret değildi. içinden bir sürü alıntı yapmak isterdim ama sayfalarca yazmam gerekir. entry ile de bağlantısı olan kısa bir bölüm yazayım;
'Dört elementten üçü tüm yaratıklar tarafından paylaşılır ama ateş yalnızca insanoğluna bağışlanmış bir hediyeydi. Ateşe, canımız o anda yanmadan en çok sigara içerek yakın olabiliriz. Sigara içen herkes, tanrıların ateşini çalıp evine götüren Prometheus'un cisimleşmiş halidir. Güneşin gücünü elde etmek, cehennemi etkisiz kılmak, o ilk kıvılcımla özdeşleşmek, yanardağın iliğini emmek için sigara içeriz. Peşinde olduğumuz, tütün değil, ateştir.(...) Sigara içen kişinin akciğeri, ateş tanrısına kurban edilmiş çıplak bir bakiredir.' (hemen belirteyim, ben sigara içmiyorum)
sonra da uzun uzun camel paketinin üzerindeki her bir sembolün anlamını, orada bulunma sebebini açıklar (ki bununla ilgilenenler için kitabın 150.-170. sayfalarını okumalarını öneriyorum).

teğet bey dedi ki...

şuan elimde 6 albümü bulunmakta ve kopyalarını ucuz bir fiyata satabilirim. ( albüm başı 50 TL ) :))

( isteyince çok adi biri olabiliyorum )

Yazıya gelince : öperim...

hiç dedi ki...

bende de,konser kayıtları dahil olmak üzere, 18 albümleri var.

iki bira ve bir patates (duble boy) ısmarlasaydın dvd olarak getirirdim sana hahaha