Frenk icadı.İsim
- Birbirine benzer görünen durumlar ve kavramlar arasındaki miniminnacık fark, ince ayrım, ayırım, ayırırım!.. Örnek: "Doğup büyüdüğü taşrada her zaman farklı görülen ve bu yüzden -sahip olduğu matematik dehasına rağmen itilip kakılan- Göktürk, birincilikle girdiği Bilkent Bilgisayar Mühendisliği Bölümü'nün ilk sınıfında, 'Bu bir nüans farkıdır' sözüne alaycı bir iştahla dadanan sözde seçkin çocuklara duyduğu öfkeyle derslerine daha sıkı asıldı. Öyle ki şu anda nerede olduğunu kimse bilmiyor!"
Kapitülasyonlarla beraber başlayan Frankofoni dönemlerinden (ki 'kapitülasyon' bunun ilk kelimesidir) kalma bir kavram olarak zihnimize yerleşen nüans, Fransızca nuance'tan gelmektedir. Tam olarak ne bok olduğunu kestiremediğiz bu cümleyi, Wikipedia şöyle açıklıyor:
1- En solfège, indication d'un changement d'intensité sur une partition.
2- En physique ou en peinture, chacun des degrés par lesquels peut passer une couleur — par exemple, l'indigo est une nuance du bleu.
Elhamdüllilah, şimdi Anglofonuz da yenecek halta benzemeyen Frenk diliyle uğraşmak zorunda kalmıyoruz. Öyle ki Frenkçe'ye Mağripli insanlar olarak, bu ifadeleri Google Translation'a aktarmak zorunda kaldık:
1- Teoride bir bölüme yoğunluğunu bir değişimin bir göstergesi.
2- Fizik veya resim: her bir derecelik bir renk - örneğin geçirebiliriz, çivit mavi bir gölge olduğunu.
Şimdi nüansın tam anlamıyla ne olduğunu kavradığınızı umuyoruz sevgili Kafa Yolları Haritası okuyucuları! Yukarıdaki açıklama, nüansın anlatmaktan ziyade, Dadaist Çevirmenler Birliği'nin dile yaptığı bir gerilla saldırısı gibi gözükse de, 'özünde gayet iyi niyetli bir yorum'dur. Ancak kelimelerin dizilimindeki yer değiştirme, kaçınılmaz olarak, garip bir farklılık yaratıyor.
Bunun nedeni, 'şey'lerin, aynı kategorizasyonun içinde yer alsalar da, birbirlerinden ayrılmalarını sağlayacak ufak farklılıklara sahip olmalarıdır. Bu ayrımların 'doğru' ve 'eksiksiz' yapılmasını isteyen müşkülpesent insanlara halk arasında, bölgesine göre, 'obsesif kompulsif', 'manyaaak', 'entel' ve 'göt' denir. Ancak bu nüans delilerine soracak olsanız, size, "Şeytan ayrıntıda gizlidir" derler ve "Sanat zevki, damak tadı ve felsefe gibi güzellikleri yaratanın nüanslar olduğunu" söylerler.
İşin enteresan yanı, pek sevilesi KYH okuyucuları, nüans denilen kavram bir önceki maddede yer alan Hintergedanke'yi tespit etmek için gerekli olan önemli araçlardan birisi haline dönüşebilir. Aklınızın tavan arasında bıraktığınız bir takım düşünce ve hislerin, sizin çivit mavisi fikriyatınızın üzerine sızıp onu turkuaza çevirmesinde kuşkusuz şaşılacak bir durum yoktur.
Asıl ilgi çekici olan, sizin bu tupturkuaz lafları, insanlara hala çivit mavisi diye satmaya çalışmanızdır! İşin doğrusu, karşınızda, sözlerin tonlarından ortaya çıkan ayrıntının, şeytanın gizlendiği sığınak olduğunu iddia eden, ayrımcık ağızlı bir nüans delisi yoksa, zokayı çok güzel yutturabilirsiniz. Üç tarafı denizlerle çevrili, şu şapşahane memleketimizde, deniz çipurası ile çiftlik çipurası arasındaki tat farkını kaçımız alabiliyoruz ki, pek muhterem sözde rakı-balık düşkünleri?
Nüans, bir kavram/nesne/durum hakkındaki algılama becerisi derinleştikçe anlamlı hale gelir. "Dil, aklın evidir" düşüncesini takip edersek, günlük hayatlarını 100 kelimeyle idame ettiren insanlar için kelimeler arasında ayrımların önemsiz olduğunu görürüz. Aynen beslenme alışkanlığı et ve bakliyat üzerine kurulu insanlar için deniz veya çiftlik çipurası arasında, hatta bütün balıklar arasında, farkın olmaması gibi.
Oysa derinleşmiş algılama becerisi, şu üç günlük yaşantılarımızdan alacağımız tatların zenginliğini ve kalitesini belirler. Ne yazık ki bu, tarih boyunca, istisnai yetenekler dışında,belirli bir eğitimi alma şansına sahip olmuş zümrelerin tekelinde kalmıştır. (Alın size, devrimci olmak için bir neden daha!) Kendi zihinsel damaklarını değişik tatlarla beslemeyi sürdüren egemen zümreler, kitlelerin bayağı, değersiz ve sıradan tatlarla yaşamlarına devam etmelerini sağlarlar. Böylece hem sahip oldukları tatlarla kendi kimliklerini ayrıştırırlar, hem de yüzyıllar boyunca sömürdükleri kitlelerin aydınlanmasını engellerler.
Hal böyle iken böyle sevgili okurlar. Canımız sıkıldı şimdi bunları yazınca. Durumu rakı içerek telafi etmeyi umuyoruz. Bu maddeyi, Cemil Abi'nin anlatacağı bir fıkrayla bitirmenin gururunu yaşarken, hepinizi en içten duygularla selamlıyoruz. Cemil Abi, geğirerek vi vil rak yu söylemeyi bırak da, gel okuyuculara şu fıkrayı anlat!
Bir gün Nasreddin Hoca'nın komşusuna ip lazım olmuş.Hoca'ya varmış, kapıyı çalmış. Hoca kapıyı açınca, "Selamun aleyküm, hocam!" demiş.
Hoca, "Eyyamı bırak da, ne istiyorsun onu söyle sik kafalı!" diye karşılık vermiş.
Yüzsüz komşusu "Eki eki" diye sırıtıp, konuya girmiş:
"Hocam bana ip lazım oldu sendekini ödünç verir misin?"
Hoca:
"Verirdim komşu, ama bizim hatun ipe nüans serdi." demiş.
"Aman hocam, ipe nüans serilir mi hiç?" diye şaşırmış komşusu.
Hoca onu öfkeyle yanıtlamış:
"Bre kapçık ağızlı, ipincecik nüansı başka nereye sereceğidik?"