La Dolce Vida






İtalyanca. İsim

- Döndürülerek sokulan ve çıkarılan, hem burmalı hem burulmalı çivi. Örnek: “-Bir önceki gibi normal bir blog yazısı olmayacak di mi Cemil Abi? +Hipokrat’ın da dediği gibi, ‘olağanüstü vidalar, olağanüstü tornavidalar gerektirir!'


Ey ara sıra Adsız adıyla yorum bırakan sevgili okur, n'aber? 

Bizi soracak olursan; "yaz bitmeden kalabalık yapan eskileri atalım; Kafa Yolları Haritası’nın ofisini biraz düzenleyelim," dedik. Ortalığı derleyip toparladık; tesisatı yenilettik; atılacakları çıkardık. (Bir tek antika çalışma masamıza kıyamadık. Hatta Danyal kendini aşan bir laf etti: “Her şey eskiyor; eskimeyen bir şey var mı deriz ya; aslında var! Kaliteli malzeme ve düzgün işçilikle yapılmış, arada elden geçirilmiş mobilyalar diğerleri gibi eskimiyor, yıllandıkça değerleniyor; bu masa da öyle!” dedi. Birinci Yeni'ye kayan bir duygulanma içine giren Danyal dışında hepimiz en az İkinci Yeni kadar duygulandık.)  

Hikmetle fingirdeşen bu alengirli lafından sonra, Danyal denyosuna olan güvenimiz 'bir tık' yükseldi; onu kitaplık almaya gönderdik. Fakat bizimki, kitaplık kolilerini getirirken vida torbalarını kaybetmiş. Birimiz atılacakları kapı önüne çıkarıyor; birimiz daha sonra kullanılabilecek gibi olan eşyaları bir bavula tıkıştırıyor; bir diğerimiz gereksiz evrağı çöp poşetlerine dolduruyor; malum onu oraya, bunu buraya taşı, kıçımızdan kan ter akıyor zaten. 

Bu fasıl, sonuçları çaycılık camiası adına pek de hoş olmayan bir travmayla tamamlandı. Ortam gerilince, herkes birden gerildi. Her sabah bir tutam insan sevgisi ve biraz da çay-yapraklarına-düşen-çiy-damlalarının-erotik-hüznüyle çay demleyen çaycımız Ramiz Dayı, sıkışmış bir vidayı sökmeye çalışırken, ağzındaki sigarayla önce bileğini yaktı; sonra da aynı bileği burktu. (İki gün sonra yaranın kabuğu yolmaya kalkmaz umarım.) 

Neyse efendim, sinir bozukluğuna gark olmuş haldeyken; nalbura gitme görevini Gülbahar’a vermiş bulunduk. Vermez olaydık. Uçukkafalı kız, sen git, vida yerine bir düzine beton çivisi al, gel! En turuncusundan mini bir kıyamet koptu. Fakat bizim Danyal illa onu koruyacak ya, “çiviyle de olur,” diye tutturmasın mı? İşte o an ekibin aklı başında kesiminde sigortalar attı. 

Jeneratör yardımıyla, “Bak oğlum,” dedik. “Çivi, vidaya göre daha zayıf ve daha dayanıksız bir malzemedir. Her ne kadar nalburiye sanatının ustaları bu iş için kerpeten kullanımını tavsiye etseler de, bir çiviyi çiviyle bile sökebilirsin.”

Anlamadı tabii.

Lan nesini anlamıyorsun?” diye çıkıştık. “Çivi, birbirine tutturulmak istenen malzemelere bulaşmaz. ‘Bir delik açar girerim, sonra çıkarım, sonra tekrar girerim, sonra tekrar çıkarım, belli bir vakitten sonra yamulurum, düzeltilebilirsem bir süre daha girerim çıkarım,’ der.  Oysa vida burguları sayesinde daha iyi tutar. Bir başka vidayla sökemezsin. Kerpetenle şak diye çekip alamazsın. Ancak doğru uca sahip bir tornavidayla çıkarabilirsin!

Ancak Danyal, yine denyodanyallığını yaptı; bu kadar güzel ve tutarlı bir karşılaştırmanın üzerine, “haa, demek o yüzden vida sıkışınca daha zor çıkartılıyor!” diyerek, bünyelerimizde metaforik anaforların oluşmasına sebebiyet verdi. 

"Arbiden de sıkışan bir vidayı sökmek, yerini bellemiş bir çiviyi sökmekten daha zordur bre," dedi Ramiz Dayı; bir yandan öteki eliyle bileğini tutuyordu. Bu konu üzerinde biraz düşününce, Anglosaksonların vidaya (birbiriyle bağlantılı bir ton farklı anlamı olan) screw demelerindeki bilgeliğin hiçbir İngiliz anahtarıyla açıklanamayacağını anladık. Sıkışmış bir vidayla uğraşma sıkıntısı, İngilizler gibi soğukkanlı yapılarıyla bilinen insanlar da bile, mide burulmalarına yol açabiliyor olmalıydı. (Hiçbir insan, durduk yere, “Screw driver!” diyerek, o güzelim İngiliz taksilerinin sürücülerine yönelik bir atraksiyona gireceğini hönkürmez, değil mi?) Halbuki; kelimemizin kayınbabası olan İtalyanca ‘vite’nin kökeni, ‘asma filizi’ anlamına geliyordu. Sırf asma helozonik bir görüntü arz ederek ilerliyor diye... 

Arzdan bir nokta olarak başlayan ve helezoni haliyle genişleye genişleye yükselen semazen vida da, kendi etrafındaki her dönüşte bir tur atıyor; ve bu sayede görünüşte onunla aynı gibi duran dümdüz bir çividen daha fazla müdahil oluyordu -mesela, ahşabın gövdesinde daha çok yer kaplıyordu. Burgulu olan her şey gibi, vidanın sıkışma ihtimali de, yine aldığı yola kayıtsız kalmamasıyla ilişkiliydi. Ne kadar derine inmiş ve ne kadar farklı doğrultulara yayılmışsa, üzerindeki her burgunun karşılaştığı direnç de o ölçüde artıyordu.  

Baktık, etimoloji, ontoloji filan derken konu uzayacak; işler aksayacak; Danyal’ı nalbura postaladık. Bu esnada bileği sarılı Ramiz Dayı, yerde duran kitapların arasında Edebiyle İş Yapan Ustanın El Kitabı’nı buldu. Nalbur gelene kadar boş durmayalım, kitaba göz atalım dedik. Ramiz Dayı’nın bu gayet teknik kitaptan bir sayfa açıp kendi meşrebince okumasına engel olamadık.

Arkasından somunla sabitlenmeyen bir vidacık gevşemişse, sorun vidacığın malzemeyi kavramamasındadır. Bu vidacığı kolaylıkla sökersiniz ve daha büyük bir vidacıkla sağlamlığı sağlayabilirsiniz. Gevşek vidacıkları değiştirmek o kadar kolaydır ki kızanım; kimi zaman aynı uçlu tornavida bile kullanmanıza gerek kalmaz; hatta iki parmakla bile sökülüverirler valla da billa da. Bir ustanın usunu zorlayan usus, sıkışmış vidalardır. Vidacığın eğri sokulması, kendi çapından küçük bir deliğe uygulanması, zaman içinde kaynaşması ya da üzerine boya / vernik çekilmesi gibi durumlar sökme işlemini zorlaştırır. Tornavida işe yaramıyorsa; şarjlı vidalama makinesini tercih edebilirsiniz. Bu da kâfi gelmiyorsa; bir pensecik alın ve onunla vidacıyı ha şöyle ağır ağır çevirin işte be. İlk başlarda bir zorlayıcı olsa da, ilerledikçe vidacığın gevşediğini ve yerinden daha rahat çıktığını göreceksiniz.”

Neyse pek muhterem okurlar, bu varlık sarsıcı seslendirme, nalburun gelişiyle sona erdi. Ancak kendisinin Duygusal Halı Yıkamacılar’a özenen duygusal bir sufi nalbur olduğunu, konuşmaya başladıktan çok sonra anladık. Meğer o nalbur kişiliğinin altında, tahtalara gereksiz yere çivi çakmaya çalışan bir çocuğun romantik ruhu yatıyormuş hâlâ. Kendini, "Dünyanın kendi elemi kederi yoktur mu diyeyim, çivi isteyene vida mı vereyim?" diyerek açıkladı.  Biz de kendisini hayır duaları eşliğinde uğurladık. 

Zaman ilerledikçe az biraz sakinleşir, rahatlar gibi olduk.  Derken o çalışma masası bir odadan diğerine taşınırken çatlayıp ikiye ayrılmasın mı! Meğer uzun süredir bakım görmediği için, içten içe çürümüş; bu kadar derinden zedelendiğini fark etmemişiz. Ancak Tibet’e gitmeden ‘vidanın anlamı’nı bulan ve bu zanaata aşırı bir hürmet göstermeye başlayan Danyal, masayı atmamızı engelledi: “Blogçuluktan sıkıldım ben. Uzun süredir heyecanı da yok zaten; kendimi hırdavat-nalburiye edebiyatına adayacağım; bu masayı da eve götürüp tamir edeceğim,” dedi.

Bununla da kalmadı dengesiz denyo, la dolce vida sevdası uğruna bir Orhan Veli şiirini piç etmeyi ve nefretleri üzerine çekmeyi göze aldı. Şükür, "Living La Vida Loca (Sıkışmış Bir Vidayla Yaşamak)" adlı şiirini bitirmeden yakaladık ahmağı . ("Dokunabilir misiniz, tornavidama, ellerinizle?" yazabilmiş en son.) Birazdan kendisini masayı olduğu yerde bırakması konusunda ikna edeceğim elbette.

Vaziyet bundan ibaret, pek muhterem vidayı-çekiçle-çakan-okuyucular. Gerçek ve sanal hayatlarınızda -cümleten- hayırlı eyyam(lar) temenni ediyoruz. Kapat (x) işaretinin yerini biliyorsunuz. 

(-Kırıcı oluyorsun Cemil Abi! +İstersen bu konuyu içeride, baş başa tartışalım. Hem sana hayatın bazı acı gerçekleri hakkında mühim şeyler aktarmak istiyorum. – Aa süper, gitmeden şiiri koyacağız di mi abi? +Koymaz mıyız hiç; elimde gördüğün meşe odununu şiir okurken de dinlerken de kullanmaya bayılıyorum!)

Normal




Fransızca. İsim



1- Belirli bir kural veya ilke silsilesine uygun,  kalıpların içinde yer alan, aşırılığa ve haşarılığa kaçmayan, alışılagelmiş, aşmadan taşmadan tam ortada duran, ılımış kişi, olgu, nesne, kavram. Örnek: "Norm al Danyal, norm al.


2- Geometri. Bir eğrinin bir teğetine değme noktasından çizilen dikme. Örneğin: "Norm almak diye bir tabir yok Cemil Abi. Normalin nesini anlamıyorsun ki; yüzeyle onu kesen doğru arasında 90 derece varsa, bu normaldir! Şu fırça gibi saçların normal mesela. Ama uzatırsan ya da dökülürlerse anormal olacaklar."


"Her Ay Sıfır Yayın" ilkesinden asla taviz vermeyen Kafa Yolları Haritası Ailesi olarak, son gelişmelerin ardından bir araya geldik ve yeminimizi bozup kepenk açma kararı aldık. Çünkü sirk kafasının harbiden çoook ama çoook karışık bir kafa olduğunu gördük ve uygar dünyanın tüm ezilmiş hormonsuzları adına endişelendik, sevgili medmeksgiller!

Gözümüzü açtığımızda bizi karşılayan sahneler şöyleydi: İnsanlar yürüyorlar, slogan atıyorlar. Polisler ara sokaklara kadar onları kovalıyorlar. Bir dakika içinde araç trafiği başlıyor. Sonra kalabalık yeniden ortaya çıkıyor; araçlar ortadan kayboluyor. Polisler, direnişçiler, araçlar -ara ara gözden kaybolarak- birbirlerinin peşi sıra koşuyorlar. Devlet, göstericileri öldürerek, onların gözlerini çıkararak ve kafalarını kırarak ve bunların hepsini aklayarak 'destan' yazıyor. Bazı yaratıklar aniden yerden bitip, "palalarımı nirelerine sürtem?" diyerekten eylemcilere saldırıyorlar. Her iki tarafın birbirlerine benzeyen yılışık palyaçoları birbirlerine labut fırlatıyorlar. Bazı insanımsılar tefekkür merdiveninde kendilerinden bir basamak yukarıdakileri taciz ediyorlar. Mahkemenin kararıyla halka açılan park, halka açılana kadar, halka yasaklanıyor. Lobiler, penguenler, provokatörler, ezilmiş Tuborg tenekeleri, tüy dökücü kremler, dökülen tüyleri yeniden çıkaran şampuanlar, gaz bombaları, göt kılları havada uçuşuyor. (Eh tam da tabloya uygun olarak, bu sırada Dolmabahçe'den Karaköy'e bir at geçiyor, dört nala!)




Bu garip ortam, bizim de kafa yolumuzu şaşırmamıza yol açtı tabii ki. Ara ara kaybolsak da, birbirimize kavuştuk; "haritamızı serelim de yolumuzu bulalım" dedik. Eylem sürecinde radikallaşen Gülbahar, haritada dağ aramaya kalkıştı. Ocak gazından her daim kafası kıyak Ramiz, "illa da çay!" diye tutturdu. Akla en yatkın ikinci öneri Danyal'dan geldi: "Gezi kelimesiyle ilgili bir madde yapalım abi. Çünkü 'gezi'nin ikinci anlamı, 'ipek ve pamuk karışımı bir tür kumaş'. Hani naylon bir doğa-kültür-tarih-idare anlayışına karşı ipek ve pamuğun direnişi gibi...Ancak bu yaklaşım; 'nefsi müdafaa' için havaya ateş açan polis Ethem'i nasıl başından vurduğunu ve 'kalabalığı dağıtmak' için havaya sıkılan kurşunun nasıl olup da yerdeki Medeni'yi öldürebildiğini açıklayamayacaktı. Sonunda akla en yatkın öneri geldi ve bu maddede karar kılındı. (Danyal'ıma emir verdim; 'normal'i araştırdı. Buyrun!)

Normal kelimesinin kökü, Latince norma'nın, yani marangoz gönyesinin, iki yana açılmış yapısına dayanır. Bu kelimeden türeyen normalis, önceleri 'marangoz gönyesine göre yapılmış mal' demekken, git-gel git-gel zamanla toplumsal hayatın zırhını geçip, içeri sirayet etmiş. Kelime böyle bölüne bölüne, "kurala/gönyeye/standarda uygun" anlamlarını da kazanmıştır. Lakin etimolojisi ahlaksız Batı, gönye göndermesinin önünü alamamış, normali 17.yy'da "doğru açıda olmak" anlamında da işe koşmuştur. Normal'e göre -yukarıdaki fotoğrafta görüldüğü üzere- ağız (blade) ile dil (tongue) arasındaki açı tam 90 derece olmalıdır. Ne 30, ne 45, ne de 120, tam 90 derece! 

"Bu da mı tesadüf?" dedirtecek ve tüm kumpasperverleri hayrete gark edecek bu bilgiye göre 90 derecelik açı sembolü sadece 'norma' da bulunmamaktadır. Masonların pergel ve gönyesine ne demeli? Bu sembolde perge de gönye de 90 derece ile durmaktadır. Şimdi sıkı durun: Türkçe'de kullanılan 'gönye' ile Ecnebi dillerindeki 'norma' kardeştir! Yunanca "köşe", "dik açılı marangoz aleti" anlamlarına gelen gonia kelimesinden dilimize iliştirilen gönye, İngilizce knee (diz) kelimesinin de atasıdır. Dikkat buyurursanız, bir dizin 90 derece açıya kavuştuğu yegane normal durum oturmak eylemidir.  Peki MOSSAD'in önsözünü yazdığı, CIA'in Hadi Ülkemizi Karıştıralım Eylem Kitapçığı'ndaki 90 numaralı eylemin ne olduğunu tahmin edin desek? 






(+Danyal yenişaffak ekini yazının altına yapıştır! -Yapıştırdım abi de, bu yenişaffak eki ne? +Orasını karıştırma Danyal, borç batağındaki blogumuzu kurtarmaya çalışıyorum. Dediğimi yap sadece, 90 numaralı eylem planını şey edeceğiz işte! +Peki abi, sen bilirsin. Bu 90 numaralı eylem dediğin 'normal adam' mı? +O ne ki? -Normal adam eylemi işte; adam gidiyor, normal duruyor! +Oturuyor mu? -Hayır ayakta duruyor. +Dik diyoruz, diz diyoruz, 90 derece diyoruz. Resmen oturuyor vatandaş. Eki okumadın mı? -Sen yapıştır deyince okumadan yapıştırdım ben. +Eki oku eki oku! O ek bize ihale...len, klavye açık kalmış Allahsız!) 

Efendim normale dönecek olursak; n
ormalle ilgili en can alıcı nokta, normalin tanımının kendiliğinden oluşmuş gibi algılanmasını sağlayacak mekanizmaların varlığıdır. Kelimenin kökü bile, normallik gönyesiyle sosyal oduna şekil veren bir marangozun varlığını işaret etse dahi,  ahali mütemadiyyen normalin normalliği mitiyle yemlenir. Normalle anormal arasındaki sınırların belirgin olduğu, işlevselliğe dayalı alanlar bir yana; toplumsal anlamda normali belirlemek ve meşrulaştırmak için kullanılan ideolojik altyapı, ister ilahi kurallara (İsa da marangozdu. Sıkıysa bunu da ye, ate!), ister bilime dayandırılsın; aslında her şekliyle spekülatif ve değişkendir. 

Sözün gelişi-güzeli: Uzun bir zaman boyunca psikiyatri camiası tarafından zihinsel hastalık olarak görülen eşcinsellik, ancak 1973'teki DSM-II ile hastalık kategorisinden çıkarılmıştır. Bu çıkarımın psikiyatrların bir araya gelerek, "Hacı ya bu işte bir terslik var gibi. Eşcinsellik yeryüzündeki binlerce türde görülüyor. Belki de biz yanlış değerlendiriyoruz" demeleri sonucunda ortaya çıktığını düşünüyorsanız; gerçekten de iki kadeh rakı içilecek güzel insanlarsınız demektir. (Tabii, hesap size girecek.) Halbuki, normal-anormal arasındaki dinamik ilişki böyle yürümez. Bu açıdan bakıldığında muhtemel yanıt, 70'li yıllara doğru eşcinsel kimliğin toplumda görünürlüğünün artması ve muhalif bir unsur olarak hem gündelik yaşamda hem de siyasi alanda kendi varlığını hissettirmesidir. (Daha o el kitabından çok 'disorder' çıkacak arkadaş! Şu "Dünya Şizofren Olsun!" dileği tutsa bir, o zaman göreceksiniz 'disorder'ın kaç bucak olduğunu!)





"Özet geç, hiç" derseniz; normalle anormal arasındaki ilişki, hangi tarafta kaç kişinin olduğuna bağlıdır. Bir imgeyi sadece siz görüyorsanız ona rüya, iki kişi görüyorsanız evlilik, on kişi görüyorsanız hayal, bin kişi görüyorsanız marjinal parti, on milyonlarca kişi görüyorsanız toplumsal uzlaşma, on milyonlarca kişi görüyorsanız ve görmeyenlerin zulüm görmeleri gerektiğine inanıyorsanız totaliter rejim denir. Hiçbir totaliter rejim, verilen emirleri uygulayanlardan ve bu uygulamalara sessiz kalanlardan bağımsız değildir. Yukarıda bahsedilen ideolojik altyapı, her bireye döşenen tesisat sayesinde bir ağ şeklini alır ve normalin inşası görevini yerine getirir. Yeryüzünde sadece devlet, mafya ve okulun kabadayı çocuğunda görülen bu bürokratik işlevsellik; yemek parasının bir kısmını zorla alma karşılığında çirozu koruma esasına dayanır. İşte bugünün Türkiye'sindeki normallik sözleşmesi de, tek millet-tek din-tek dil-tek ahlak-ama-ayrı-kursak 
söylemiyle meşrulaştırılmış, başı neo-liberal kıçı muhafazakar bir sözde-uzlaşmadır.  

İşte bu minvalde yavrum, 80'lerin Türk komedi filmlerinde yer alan, yamyamlaşmış bir çevreye sıkışan bir vejeteryan portresini bugünkü filmlerde görememizin nedeni, o son namuslu namussuz vejeteryanın çoktan yenmiş olmasıdır. Vahşi neo-liberal politikalar, 'işini bilmeyen' insanları çoğunlukla oyunun dışına iterken; bugün normal gördüğümüz işini-bilme-paradigmasıyla son 30 yılda ahalinin tranç bölgesine damgasını vurdu. İşin anormal tarafı, az sayıda kişinin bu damgalanmaya karşı koyması ve onların da ancak bir kısmının çemberin içinde yer almamak için çaba sarf etmeleriydi. Yakın tarihin baştan kıça ak beygirini günümüze sürdüğümüzde, kamuya ait her değerin bu kadar fütursuzca yağmalanmasına karşı çıkan bir avuç anormal "çapulcu"nun çektiği asıl ıstırabın, güvendikleri kamu-özel tüm kurumların ihanetiyle karşılaşmak olduğunu görüyoruz. Onları korumak ve kollamak adına paralarını alan zorba, bırak korumayı, aksine her an dövmekle tehdit ediyor; yeri geldiğinde bir tane çakıyor. 




Gezi Parkı Direnişi'ne katılan insanların bir kısmı bu zorbaya karşı çıktı. Ancak bir kısmının derdi sadece zorbayla değil, zorbalıklaydı da. İşte o insanlar, on yıllardır normallik etiketiyle kakalanan çirkin yemek masasında yemeyi reddettiler ve "anormal" yemek yeme tarzlarının güzellikleriyle tanıştılar. Folklorik bir tat olarak kitaplara sıkışan imece kültüründen habersiz, beygir gibi yarışma motivasyonuyla büyümüş yirmili yaş grubu, sırf kendi damgalı götlerini kurtarmak için çırpınmaya alıştırılmış -aynen kendileri gibi- insanların karşılık beklemeden yardımlaşabildiklerini fark ettiler. O sıkışık masada birbirlerinin tabaklarındaki taama açgözlülükle bakmaları öğütlenenler, ayağa kalkıp kendi tabaklarındaki başkalarına üleştirdiler. 
Bununla kalsa tüm marangozlar için yine iyi; belirli bir süre devletin olmadığı Taksim'de (kelimenin tam anlamıyla anarşi yaşanırken) duvarlara slogan yazma ve bir kaç ufak hadise dışında hiçbir suçun işlenmediğine şahit oldular. 

1980-2000 arasında paranoya tahtalarıyla çakılan, 2000-2013 arasında üzerine dindarlık-muhafazarlık örtüsü serilen,bu hantal masa şöyle bir sarsıldı. Bazıları masa dışında bir alan olmasından hoşlandılar. Bazıları -bu masanın yerine eski masanın gelmesini istediklerinden- hoşlanıyormuş gibi yaptılar. Bazıları da, "masa elden gidiyor!" diye feveran ettiler. O masaya sıkışmamak için direnenlerin bir kısmı bu memleketteki marangozluk mesleğini sorgulayıp, "Hepimizin oturmak zorunda olduğu, odada başka bir eyleme yer bırakmayan masalar yapmak zorunda mısınız(mıydınız)?" sorusunu sordu. Belirli bir azınlık haricinde toplumun her kesimi tarafından kabul gördüğü varsayılan 'normallik'lere (ilgisiz maddeleri bir arada taşıyan torba yasalar, talan edilen doğal ve tarihi zenginlikler, kolluk kuvvetlerinin şiddeti, "benyaptımoldu"cu icraatlar, yandaşlara verilen ihaleler, vb.) karşı çıkan, anormal bir direniş başladı. Bundan sonrası komple Nostradamus!

"Peki ya gerçekten şimdi n'olacak? Eldeki masa olduğu gibi yer kaplayacak mı? Daha önce sıkışmaya zorlandığımız masa, cilalanıp yeniden mi karşımıza getirilecek? Masada oturmak istemeyenlerin talepleri doğrultusunda daha küçük bir masa mı yapılacak? İnsanlar memleketin 'normal'nin yol açtığı huzursuzluğu gidermenin ilk adımının kendi 'normal'lerini değiştirmek olduğunu anlayacaklar mı? TDK yüzdelli kelimesini kabul edecek mi? Ünlüler mi kazanacak, gönüllüler mi?" (Bitti mi o? Ne zaman?)

Bu ve bunun gibi pek çok sorunun yanıtını, Cumhuriyetin 100.Yılı'nda yayınlanacak olan, bir sonraki KYH maddesinde bulabilirsiniz.

Kırk yılda bir gerçekleşen bu ziyareti, Bülent Ortaçgil'in Normal'iyle bitirelim mi ütopikler? (Not: Vidyodaki görüntüler şarkıyı, şarkıcıyı ve şarkıyı paylaşanı -normal olarak- bağlamaz!)





Yenişaffak Eki: 

Ana sayfa

Evindeki sandalyede veya koltukta normal normal oturan insanlarımız, aslında CIA'in memleketi karıştırma planının kurbanlarıdır. CIA Başkanı yaklaşık 2 yıl önce İsveç'i sonra İsrail'i ziyaret etti. Bakın, ikisi de "İs" ile başlıyor.  İsveç'te ne var? IKEA'nın genel merkezi, insanların dizlerini 90 derecede tutmalarını sağlayan mobilyacı, her yıl en fazla ağaç kesen marka. İsrail'de kim var? Uri Geller, telekinezi ile kaşık büken adam, Matrix'teki kaşıkbükücü çocukları eğiten adamın ta kendisi. 

Köşe Yazısı

Neo ve çapulcu şurekasının amacı neydi? Sistemi yaratan ve yöneten kişiye, yani Mimar'a kafa tutmak! Peki biz bu komplonun farkında değil miyiz? Elbette farkındayız. Milletimiz neden "dik dur eğilme!" diye bağırıyor sanıyorsunuz. Çünkü bu cillop millet, Uri Geller ve Matrix'in piçlerinin Başbakanımızı kaşık gibi bükmek istediklerinin farkındalar. Dünyayı güneşin değil, gündüz isimli varlığa takılan ampulün aydınlatması kadar kesin bilgidir bu. 

İşte bunu engellemek için son saçbükücü de dahil olmak üzere pek çok yetenekli kişi Başbakan'ın danışmanı olarak göreve alındı. Tele lobisinin bu kinezisini bozacağız! (IKEA, IKEA, ayağını denk al, kutsal değerlerimizi İsveç köftesine çevirmeye izin vermeyiz!) 

İlim

Peki ya, yerde durdukları iddia edilen Ethem ve Medeni, havaya ateş açan kolluk kuvvetlerinin kurşunlarıyla nasıl ölebildiler? Adem ile Havva'nın ilmi varlığını reddeden sözde-ilim çevrelerinin sakladığı fiziksel gerçek, Yöresel Anormal Yerçekim Kuvveti'dir (YAYK). Bilindiği gibi dünyanın yerçekimi bizim bir an önce Yüce Yaradan'a kavuşmamızı engellemektedir. "Peki o anda yerçekimine ne oldu da, bu kandırılmış gençlerin Yaradan'a kavuşmasını engelleyemedi?" sorusuna verilen en bilimsel yanıtı  TÜBİTAK'ın yaptığı araştırmalar veriyor. Bu araştırmalara göre; Ankara'daki Kızılay Meydanı'nda ve Lice'nin Kayacık köyünde normal yerçekim kuralları değil, YAYK geçerlidir. Yani o yörelerdekii anormal bir yerçekim kuvveti, havaya sıkılan bir kurşunun yükselmesine izin vermemekte; son sürat yere doğru çekmektedir. "Matriksin kurallarını değiştirilemez ama esnetilebilir; işte YAYK budur!" kuralından hareket eden TÜBİTAK, yakın zamanda YAYK'ın geçerli olduğu diğer bölgeleri de açıklayacaktır kuşkusuz. 

Kültür -Sanat

Ayrıca buradan TDK'yı da uyarıyoruz: Normal ve gönye örneklerinde gördüğümüz bu rezaleti çözün; dilimize değen cenabet lobici kelimeleri temizleyin; yerine helal kelimeler koyun. Zaten sözlükteki kelimelerin anlamlarını cart diye değiştirebilme gücüne sahip, yenilikçi bir kurumdan da böyle ulvi bir hamle beklenir. Bittabi, KYH Ailesi olarak, dilde taharet için açılacak ihaleye talibiz. İşimizi bildiğimizi ispat etmek adına, 'normal' ve 'gönye' için bulduğumuz yeni kelimeyi TDK'ya ücretsiz hediye ediyoruz. 

İşte kelimemiz: Yüzdelli

Bitişik yazılan bu tek e'si düşmüş bu kelime, fuzuli yere ayrı duran iki kelimeyi birleştirdiğinden, hem kelime tasarrufuna katkıda bulunacak, hem de Türkçe'nin daha derli toplu bir dil olmasını sağlayacak. Şimdi  Danyal sizin için yüzdelli'yi cümle içinde kullanıyor: [Normal] "Hava sıcaklıkları mevsim yüzdellilerinin üzerinde seyrediyor" [Gönye] "Sınav günü yüzdellimi evde unutunca, hocanın verdiği yedek yüzdelliyi kullanmak zorunda kaldım.") 

Teşekkürler Başganım!







Emeği Geçenler:

Cemil Abi..... Usta

Danyal..... Araştırma görevlisi / Şamar oğlan

Gülbahar..... Sayfa sekreteri

Ramiz..... Çaycı





Filmin Sonunda Akan 'Roll Caption'ı Bitene Kadar İzleyen Ruh Hastalarına Ödül Olarak Verilen Silinmiş Sahne: 

-"Norm alınmaz, norm olunur!" diye bir espriyle başlayalım Cemil Abi. Kafalarını karıştırırız; uzun süredir ortalıkta olmadığımızı anlamazlar belki! +Yerler mi, son yazıyı neredeyse bir yıl önce yazmışız? -Ya abi bizim millet unutkandır, ne versen yer diyorum sana. +Bence bodoslama dalalım! -Dur abi yapma öyle, çok anormal olur! +Çekil kenara Danyal, normalimin tersinde duruyorsun zaten, seri şekilde ötekileştiririm seni! (Kahkahalar) +Pardon ya, dayanamadım. Baştan alalım. 

... -Dur abi yapma öyle, çok anormal olur! +Çekil kenara Danyal, normalimin tersinde duruyorsun zaten, seri şekilde ötekileştiririm seni! (Kahkahalar) +Yine dayanamadım, suratına bakınca gülesim geliyor! (Kahkahalar) 

... -Dur abi yapma öyle, çok anormal olur! +Çekil kenara Danyal, normalimin tersinde duruyorsun zaten, seni bi' şekilde.... ötekileştiririm seni! (Kahkahalar) -Bi' şekilde, tabii abi! (Kahkahalar) 

... - Abi du  yapma öyle, çok anormal olur! +Çekil kenara Danyal, normalimin tersinde duruyorsun zaten, seri şekilde ötekileştiririm seni! (Kahkahalar) +Abidu ne lan, abidu ne! Off karnıma ağrılar girdi. Silelim bunu Gülbahar, silelim! (Kahkahalar)