Melamet

Arapça. İsim.

1- Kınama, ayıplama. Örnek: "Melamet eyle benliğine, melanetle iştigal edeceğine!"

2- Azarlama, Az arlama, girişme, çıkışma. Örnek (Çelişkili) : "Yahu kızım, sen adam olmayacak mısın!"

3- Uzun bir yazı olacak bu, zira mevzu derin. Ayrıca a'nın üstünde inceltme işareti var, derin olduğu kadar ince de bir mevzu. Örnek: "Melâmet".


Araplar bu kelimeyi gündelik hayatta ne halt etmeye kullanıyorlar bilinmez, ama muhtemelen anlamının 12.yy'da külliyen değiştiğinin farkındadırlar. (Ya da keşke farkında olsalardı!)

12-15.yy'lar arası, Horasan, Irak ve Anadolu'yu kapsama alanına dahil eden bir takım felsefi hareketlerin serpildiği tuhaf vakitlerdi yeminle, sevgili mutasavvıflar. Haçlı Seferleri'yle başlayan dallamalıklar sürecinin, Moğol istilası ile krem şokela kıvamına gelmesiyle ilgili olsa gerek; İslam felsefesi ve tasavvuf içindeki görüşler çeşitlendi, ortaya karışık oldu.

İşte melamet de bu kale önü karambolunde kökten değişen kavramlardan birisidir. Abdülbaki Gölpınarlı, Tasavvuftan Dilimize Geçen Deyimler ve Atasözleri kitabında Melami (Melamiyye ya da Melametiyye diye de anılır) görüşünün ortaya çıkışını; kendilerine özel tekkelere kapanıp, özel giyim kuşam ve zikir ayinleriyle halktan kopan tasavvuf ehlini eleştiren dervişlere bağlıyor. Bu dervişler, böylesi bir ayrışmayı hem İslam'a hem de tasavvufa aykırı bulurlar. Eh doğal olarak da tekkeyi bekleyip çorbayı içen zerzevat tarafından kınanırlar.

"Vay siz misiniz bizi kınayan? Ne de iyi yaptınız!" diyen Melamiler; belirli bir kurumun çatısı altında semirmektense yaptıkları iyilikleri saklamayı, kötü hareketlerini ise gizlememeyi -aksine ifşa edip daha fazla kınanmayı- tercih etmişlerdir. Daha sonraları ortaya çıkan Kalenderilik, Cevlakilik, Haydarilik, Mevlevilik ve Bektaşilik gibi tarikatlarin özünde Melametiyye'nin görüşleri yatar.

Konuya ucundan kıyısından bulaşmış zehir okuyucuların dikkatinden kaçmayacağı üzere; yukarıda anılan tarikatlerin hepsi, ortodoks İslam'la çelişen, onlarla kavgalı olan (Bugün İslamcılar Mevlana'yı, onu hakkıyla anlayamadıkları için seviyorlar) görüşlerdir. Meşrep maddesinde bozuk-meşrepli olarak geçen hale girmeden, melamet kavramı anlaşılamaz. Bundan dolayıdır ki teolojik olarak Allah'ın erişelebilir olup olmaması üzerinde temellenen tartışma, 16.yy.da Yavuz Sultan Selim'in politik baskısıyla "uç" görüşlerin silinmesiyle doruğa ulaşmıştır. Bundan paçayı sıyıran yegane iki tarikat ise, Mevlevilik ve Bektaşilik olmuştur.

İmdi (Lan gaza geldim yeminle), aranızda "Bütün bu ansiktiğimininlopedik geyiklerini geç bir kalem" diyecek olan Kalenderiler çıksa; onlara gönül rahatlığıyla, "Hırka melametse, fırka melanetse" diyebilirsiniz.

Melamet hırkasını giyenlere gelince; nazarımda proto-şerefsiz olan bu dervişlerin asıl gayesi; kendi benliklerinin aşağılanmasını sağlayıp tasavvufta kesret denilen ikiliği yaratan benliği alaşağı etmek ve vahdete (yani Allah'ın birliğine) bu yolla ulaşmaktır. Zira kibir (gurur, büyüklük taslama) hastalığından korunmanın yegane yolu, her daim bir eksikliğin varmış gibi davranmak, kimi zamansa kınanacak özelliklerini ifşa etmektir. Melamiliğe göre, ancak bu sayede insan benliğinin vehminden, kendini büyük görmekten kurtulabilir. Tanrı'yı gökte zannederek merdiven ucuna merdiven ekleyip tırmanmak için kıçını yırtacağına, eğil de çamura bak! Belki de aradığın cevher oradadır!

Ancak bir noktayı da açmak gerekir: Bu kınanma, kendini kötü gösterme çabası tam anlamıyla yumuşak huyluluğu getirmiyordu. Melamiyye mensupları kendi benliğini ayıplamayı savunurken; sistemi, yöneticileri ve halkı eleştirme konusunda da oldukça dobra olagelmişler, gördükleri yanlışlıkları ifade konusunda sözlerini sakınmamışlardır.

Evet, modern hayatın bize dayattıklarına tamamen aykırı bir görüştür bu. Kendimize güvenmeliyiz; kendimizi satmalıyız; en bir süper, en bir şahane, en bir fantastiş biz olmalıyız değil mi! İşte bunun diğerleriyle yarışma, kendimizi ispatlama ve üstün görme derdinden kaynaklandığını söyler melamet kavramı. Zira o ihtişamlı benliğin, zayıf düşülen bir anda nasıl olup da çaresiz gözyaşlarına döndüğünü açıklayacak kuramlar olsa da; modern tıbbın olanakları bunun kalıcı bir çözümünü sunmaz, insana Xanax ya da Valium verir, ya da Kendini-Değerli-Hissettirme-Terapisi uygular. Ancak kalıcı çözüm, sizin kendinize biçeceğiniz urbadadır. (Mesnevi'yi denediniz mi? Mesnevi... Gerçek huzurun adresi. Tüm kitapçılarda. Israrla isteyiniz! Israrınız sonuç vermezse kitapçıyı dövün, hiç olmadı öyle rahatlarsınız.)

Tekrar geriye saracak olursak; Melametiyye erbabı halk içinde cura çekip, cascavlak dolaşmışlar; en nihayetinde de kınanmayı, kendi benliklerine uygun görmüşlerdir. Gittikleri köylerde dilenirken; peşlerinden koşan çocuklar tarafından aşağılanmak ve hatta taşlanmak, melamet derdine düşenler için en büyük rütbedir.

Ahmet T. Karamustafa'nın Tanrının Kuraltanımaz Kulları kitabında, toplumsal kuralları yadsıyan ve kimi zaman zındık olarak bile nitelenebilen bu dervişlerden bazılarının (özellikle Kalenderiler ve Haydariler) köy meydanına sıçmaktan, ulu orta birbirleriyle cinsel ilişkiye girmeye kadar pek çok "ayıplanası" işi yaptıkları ifade edilir. Bu tavırların yarattığı hoşnutsuzluktan dolayı, kimi hükümdarlar tarafından ara ara kellelerinin alındığı da olmuştur. Ki bu kelle alma işinde, dini aracılığıyla iktidarı kullanan şeyhülislamların ve bazı etkili mürşidlerin de parmağı vardır.

Temaşa maddesinde bahsi geçen dizelerin öncesinde Nesimi der ki:

Ben melanet hırkasını kendim giydim eynine
Ar-u namus şişesini taşa çaldım kime ne!


Eh bize de buradan İsmail-i Maşuki'nin sözlerini terennüm etmek düşer:

Terk edip nam-u nişagnı giy melanet hırkasın,
Bu melanet hırkasında nice sultan gizlidir.


(Açıkçası böyle bir madde yapmanın zamanı eninde sonunda gelecekti ama benden önce davranan bir arkadaş, "Melamet isterük!" dediği için, bunu istek maddesi olarak kabul ediyorum. Teşekkürler.)

Hiç yorum yok: