Fransızca (Névrose). İsim.
1- TDK'dan, noktasına virgülüne dokunmadan. Genellikle bunalım ve beden görevleri üzerinde yakınmalarla beliren, kişiliğin ve uyumun bütününü etkilemeyen, ruhsal kaynaklı sinir hastalığı, sinirce. Örnek: "Nevroz psikolojik pek çok rahatsızlık için bir tür şemsiye tabirdir, psikoz da öyledir ama psikotikler gerçek hayatla bağlarını çoktan koparmışlardır. Aradaki farklı bir türlü öğrenemedin gitti, gerizekalı seni!"
2- (-tik'li hali). Arıza insan evladı, deli, hasta, manyaaak, çatlak, sıyırmış, kırık. Örnek: "Kızım manyak manyak konuşup adamı hasta etme, bi' çakacam şimdi duvardan duvara nevrotik olacaksın!"
3- Hint-Avrupa dillerinde. Yeni gül, yepyeni gül, her gün yeni gibi açan gül (Nev + roz). Örnek: "Baharın geldiği nevrozun serpilmesinden belli olur di mi Cemil abi?"
TDK'ya kalırsa nevrotiğe de sinircesel dememiz gerek ama bunu sinirsel diye çevirmişler. Ne de güzel yapmışlar diyerek kendilerini kutlamak isteriz. Fakat ben bu nevrotik kurumu takdir ediyorum; lan memleketin resmi dil kurumusun ama Internet sitende doğru düzgün arama bile yapılamıyor. Mesela tam ifadeyi yazmazsanız, Yazım Kılavuzu sonuç bulamıyor. Oğlum, tam ifadeyi bilsem neden gelip senin sitende arayayım! Mal mısın? Şuna, "Aradığınızı bulamadık. Şunu mu kastettiğiniz?" diye bir kıyak eklesenize!
Hayal kırıklığına kapılıp fazla öfkelenmeden nevrozumuza dönecek olursak; bu hastalık depresyon, histeri, kaygı (anskiyete-angst-anxiety), fobiler ve bazı kişilik bozukluklarını (obsesif kompulsif kişilik bozukluğu, sınır kişilik bozukluğu vb.)kapsayan genel bir psikopatoloji kavramıdır.
Nevroza yakalanmış insanların genel olarak ruh hallerinin bulutlu ve yer yer sağınak yağışlı olduğu söylenir. Kaygılanma, üzüntü, umutsuzluk hissi, hayal kırıklığı, öfke, zihinsel karmaşa, öz acıma, kendini değersiz görme, belirli düşüncelerden kurtulamama ve onlara saplanıp kalma, çevreye kolay uyum sağlayamama, sürekli fantazi kurma, alaycılık ve kiniklik, insanlardan soyutlanma, olumsuzluk ve saldırganlık nevrozun en temel belirtilerindendir.
Şimdi yukarıdaki belirtileri okuyup, "Lan bunlar bende de var, ya nevrotik miyim acaba?" diye kendinize sorabilirsiniz. Açıkçası ben sordum. İlginç tabii.
Psikiyatri biliminin pek çok dallama üyesinin hapşursanız bile nevroz teşhisi koyacağına dair bir kamuoyu güvensizliği olduğunu düşünecek olursak, buradaki belirtilere sahip olmanızın sizi nevrotik yapmayacağını söyleyebiliriz. İnsan evladının karmaşık ve değişken bir mekanizmayla çalışan duygularını göz önüne alacak olursak; kimi zaman nevrotik bir ruh haline girmemiz kaçınılmazdır. Fakat tedaviyi gerektiren asıl mesele, bu belirtilerin artık kişiliğin bir parçası haline gelecek derecede kronikleşmesidir.
Bundan dolayı kendimize sormamız gereken sorular şunlar olabilir: Hayatımı yönlendiren, ona şekil veren nedir? Aldığım kararları isteklerim mi belirliyor, yoksa korkularım ve zaaflarım mı? Lan manyak mıyım ben, soru sormadan dümdüz yaşamak varken neden kendime böyle sorular soruyorum?
Bu sorulara, sırf bilincimizin akıl-kılıfına-büründürme ve bünyeyi aldığı kararlarda makul nedenler olduğuna ikna etmeye yeteneğinden dolayı bile, her zaman net yanıt veremeyebiliriz. Fakat akla vurma (reasoning) ve kendi benliğine dönerek değerlendirme (self-reflexivity) yeteneği olan her insan, kabul etmek istemese bile doğru nedeni biliyordur.
Nazarımda en az Sigmund Freud kadar önemli bir psikiatrist -ve ondan daha büyük bir feylesof- olan Carl Gustav Jung nevrotik hastalarıyla ilgili olarak şu gözlemlere yer veriyor:
"Nevrotik hale gelenlerin, hayata dair sorulara yanlış ya da yetersiz yanıtlar vermiş insanlar olduklarını sıklıkla gördüğümü söyleyebilirim." (1961)
"Hastalarımın çoğunluğunu inançsızlar değil, inancını kaybetmişler oluşturuyor." (1961)
"Modern insan bütün akılcılığı ve iktidarına rağmen, kendi kontrolü dışındaki 'güçler' tarafından güdüldüğü gerçeğini göremeyecek kadar kör. İnsanların tanrıları ve şeytanları hiç de ortadan kaybolmadılar, sadece yeni isimler edindiler. Bu yeni isimli tanrı ve şeytanlar; huzursuzluk, belirsiz korkular ve psikolojik karışıklıklar, haplar / alkol / sigara / yiyecek için doymak bilmez bir iştah ve hepsinden ötesi bir dizi nevrozla bizi oradan oraya koşturtmaya devam ediyorlar." (1964)
Aranızda, yıllar boyunca neden kendisine acı çektirecek, arıza insanlara aşık olup durduğunu merak edenler varsa umarım bir nebze de olsa yüreğine ferahlık gelmiştir. (Evet bildiniz, nevrotiksiniz!) Zira şahsen, neden çoğunlukla nevrotik kadınlara aşık olduğumu düşünüp durduğumda, normal bir kadının aşktan bir bok anlamayacağı kararına varmıştım. Normalliğin ne olduğu muğlaktır ama buna daha akılcı bir şekilde gündelik hayatını dengede tutmaktan başka bir amaca sahip olmama ve orta yoldan gitme hali diyecek olursak, kişisel deneyimlerim sonucunda normalliğe daha yakın olan kadınların gerçekten de aşktan bir halt anlamadıklarını gururla ifade edebilirim. Öte yandan şu ayrıntıyı da atlamamak gerekir: Normal kadın yoktur, az nevrotik kadın vardır. Neslin devamını sağlamak üzere kendisine verildiği iddia edilen bir armağanı, her ay acıyla ve kanla atmak zorunda olan bir varlığın nevrozdan ne kadar kaçabileceği konusu, cidden kuşku doludur.
Yukarıda anılan durumu genelleştirip normal bir insan evladının aşka aşkla karşılık verme olasılığının düşük olduğunu söyleyebiliriz.
Çünkü (ahanda saptama geliyor hahaha) aşk, nevrotik bir sipordur.
"Nevrozdan bahsederken nasıl olup da aşka geldik?" diye soran akıllılar umarım şimdi nedeni anlamışlardır. Aşk denilen nane tüm nevroz türlerinin anasıdır, yavrum!
Zira kendi benliklerindeki gedikleri fark edip bunları bir başkasının varlığıyla sıvama kaygısına kapılmamış insanlar aşık olamazlar. Aşkın nevrotik bir sipor olmasının altında da aslında kişinin kendi benliğine dönük bir gedik kapama yatar. Bundan dolayı akıllı (normal) insanlar bir kez aşık olup acı çektiklerinde aşka olan inançları kaybolur. Aşka inanmaya devam etmek için ise, öyle ya da böyle, nevrotik olmak gerekir. Çünkü bu, kendi içinde bulamadığı bir parçayı, bir başkasını ayna gibi kullanarak ele geçirmek ve yeniden bütün olarak mükemmelleşmek isteğidir. Buradaki aşk, illa ki bir başka insana yönelik olmak zorunda da değildir. İşe, şiire, astrofiziğe, alkole duyulan aşka da aynı kategoridedir: Tüm mesele bir özne ya da nesneye lakayt kalamamak, tabiri caizse dypsomania denilen dipte olma ateşiyle kavrulmaktır.
Mısır kökenli Hermetik görüş (Ortaçağ'da adı simya oldu), kadınla erkeğin tek bir varlık olduğunu (hermafrodit) ve sonradan ayrıldıklarını söyler. Bundan dolayı her kadın ya da her erkek yeniden o hale gelebilmek için, ayrıldığı ruh-eşini arar durur. Antik Yunan'da Narcissos hikayesi ile cisimleşen narsisizm ise daha gerçekçidir: Çünkü aranacak ruh-eşi yoktur, sadece kendisinin yansıması vardır. Lacancı psikiyatri ise "eksik" ve "ayna" kavramlarıyla aynı geleneği sürdürür. Nerede boynu bükük bir nevrotik görürseniz, bilin ki yukarıdaki gibi durum onun bu haliyle bağlantılıdır.
Kimilerine göre nevrozun temelini oluşturan bu zayıflık kimilerine göre ise şu kavanoz dipli dünyadaki en müstesna anlam yaratma biçimidir. Bir önceki paragrafta söylendiği üzere, nevrotik kişi ortak bilinçdışını daha güçlü hissetme şansı olan insandır. Ha kendisi bunun farkında değildir, bu da onun salaklığıdır!
Ancak kendi nevrozunun ortak bilinçdışına sirayet gücünün farkında olan ve bunu olumlu bir etkiye dönüştüren insanların yaratıcılık konusunda sınır tanımadıkları iddiası da tarih boyunca önemini korumuştur. Mustafa Şekip, 1931 basımlı Ruhiyat adlı eserinde bu durumu şöyle tartışır (yeminle noktasına virgülüne dokunmadan):
"Yaratıcı muhayyilenin en yüksek şekiller dahilerde görüldüğüne göre dahiyi izah etmek, dolayısiyle yaratıcı muhayyileyi izahtır. Deha, umumi bir vakia değil istisnadır. Fakat bu istisnayı doğuran sebep nedir? İşte asıl mesele burada. Aristot ve Seneque taraftarlarından yapılmış pek eski bir nazariyeye göre deha, bir nevi deliliktir. Deha hakkında verilen bu hükme saik olan başlıca sebep bazı dahilerde deliliğe bir temayül görülmüş olmasıdır. Moreau de Tour, bu nazariyenin yeni bir ifadesini bularak, 'dahi bir tür nevruz, yani ruh hastasıdır' der. İtalyan cinaiyatçısı Lombroso da bu tarifi müphem bularak (Nevroz) yerine bir nevi sar'a tabirini ikame eder. Halbuki deli mütehassısları Lombroso'nun reyini kabul etmek şöyle dursun bütün kuvvetlerile yıkmağa bakmışlardır. Sar'a ve ruh hastalıkları herkeste bulunabileceği gibi fartı çok muhtemel olan birşeyi sebep olarak gösterecek elde hiçbir hüccet yoktur. Nerde kaldı ki delilerle dahiler arasında uçurumlar vardır. Fazla olarak sağ salim olan nice dahiler görülmüştür."
Fakat bu sebep olsa da olmasa da, "Dünyanın tüm nevrotik kadınları, hepinize aşığım ulan!" diye hönkürmek istiyorum aziz nevrotikler. Zira nevrotikler her daim yeni gül misali açıp dururlar. Nevrotik bir özge candır, hatta canandır, nergistir, yeni güldür, süperdir, cilloptur, kaymaktır, hayatın özüdür, ailecek ev gezmesine gidilesidir.
Bu maddeyi şey ederken aşkın nevrotik olduğunu ispat etmek üzere, sizi, Orhan Gencebay'ın Beni Böyle Sev şarkısının sözleriyle başbaşa bırakıyorum. Sözlerdeki bazı ifadeler, psikopatolojik terimlerle değiştirildiğinde anlamda hiçbir değişiklik olmadığını şaşırarak görüyoruz değil mi? Affferin!
Beni Nevrozumla Sev
Beni nevrozumla sev seveceksen,
Olduğum gibi göreceksen.
Girme ömrüme girme gönlüme,
Ne nevrotikmiş bu diyeceksen.
Sen anksiyete nedir, ne bilirsin?
Sen gönlümde Kabe, sen meleksin,
Sen herşeyimsin,
Sen hem manik hem depresif episodlarımın tek kaynağı,
Sen aşkın bence tam kendisisin
Beni nevrozumla sev seveceksen,
Olduğum gibi göreceksen.
Girme ömrüme girme gönlüme,
Ne nevrotikmiş bu diyeceksen.
Görmedin mi gözlerimde,
Bir nevrotiğin takıntılı arzusunu, hasretini?
Görmedin mi gözlerimde,
Seni çılgın gibi sevdiğimi?
İster sevgi ol istersen kinim,
İsterdim histerim ol benim.
Beni nevrozumla sev seveceksen,
Olduğum gibi göreceksen.
Girme ömrüme girme gönlüme,
Ne nevrotikmiş bu diyeceksen.
4 yorum:
nevrotik olmayan insan olmaz-vurguyu neresinden yaparsan olur.
çok şık bir yorum olmuş kanımca -teşekkürler elias
ben de nevrotik kadınların, en güzel aşkları kendilerinden daha az nevrotik erkeklerle yaşayabileceklerini düşünüyorum. bu düşünme mesaisinde de yazınızı zevkle okuduğumu itiraf etmem gerekir, belki de gerekmez ya neyse.
demek ki sizin deneyimleriniz bu yönde olmuş. hayırlara çıksın.
ayrıca 'gereklilikler'i boş verelim, keyiflilikler'e bakalım! :))
teşekkürler
Yorum Gönder