La Dolce Vida






İtalyanca. İsim

- Döndürülerek sokulan ve çıkarılan, hem burmalı hem burulmalı çivi. Örnek: “-Bir önceki gibi normal bir blog yazısı olmayacak di mi Cemil Abi? +Hipokrat’ın da dediği gibi, ‘olağanüstü vidalar, olağanüstü tornavidalar gerektirir!'


Ey ara sıra Adsız adıyla yorum bırakan sevgili okur, n'aber? 

Bizi soracak olursan; "yaz bitmeden kalabalık yapan eskileri atalım; Kafa Yolları Haritası’nın ofisini biraz düzenleyelim," dedik. Ortalığı derleyip toparladık; tesisatı yenilettik; atılacakları çıkardık. (Bir tek antika çalışma masamıza kıyamadık. Hatta Danyal kendini aşan bir laf etti: “Her şey eskiyor; eskimeyen bir şey var mı deriz ya; aslında var! Kaliteli malzeme ve düzgün işçilikle yapılmış, arada elden geçirilmiş mobilyalar diğerleri gibi eskimiyor, yıllandıkça değerleniyor; bu masa da öyle!” dedi. Birinci Yeni'ye kayan bir duygulanma içine giren Danyal dışında hepimiz en az İkinci Yeni kadar duygulandık.)  

Hikmetle fingirdeşen bu alengirli lafından sonra, Danyal denyosuna olan güvenimiz 'bir tık' yükseldi; onu kitaplık almaya gönderdik. Fakat bizimki, kitaplık kolilerini getirirken vida torbalarını kaybetmiş. Birimiz atılacakları kapı önüne çıkarıyor; birimiz daha sonra kullanılabilecek gibi olan eşyaları bir bavula tıkıştırıyor; bir diğerimiz gereksiz evrağı çöp poşetlerine dolduruyor; malum onu oraya, bunu buraya taşı, kıçımızdan kan ter akıyor zaten. 

Bu fasıl, sonuçları çaycılık camiası adına pek de hoş olmayan bir travmayla tamamlandı. Ortam gerilince, herkes birden gerildi. Her sabah bir tutam insan sevgisi ve biraz da çay-yapraklarına-düşen-çiy-damlalarının-erotik-hüznüyle çay demleyen çaycımız Ramiz Dayı, sıkışmış bir vidayı sökmeye çalışırken, ağzındaki sigarayla önce bileğini yaktı; sonra da aynı bileği burktu. (İki gün sonra yaranın kabuğu yolmaya kalkmaz umarım.) 

Neyse efendim, sinir bozukluğuna gark olmuş haldeyken; nalbura gitme görevini Gülbahar’a vermiş bulunduk. Vermez olaydık. Uçukkafalı kız, sen git, vida yerine bir düzine beton çivisi al, gel! En turuncusundan mini bir kıyamet koptu. Fakat bizim Danyal illa onu koruyacak ya, “çiviyle de olur,” diye tutturmasın mı? İşte o an ekibin aklı başında kesiminde sigortalar attı. 

Jeneratör yardımıyla, “Bak oğlum,” dedik. “Çivi, vidaya göre daha zayıf ve daha dayanıksız bir malzemedir. Her ne kadar nalburiye sanatının ustaları bu iş için kerpeten kullanımını tavsiye etseler de, bir çiviyi çiviyle bile sökebilirsin.”

Anlamadı tabii.

Lan nesini anlamıyorsun?” diye çıkıştık. “Çivi, birbirine tutturulmak istenen malzemelere bulaşmaz. ‘Bir delik açar girerim, sonra çıkarım, sonra tekrar girerim, sonra tekrar çıkarım, belli bir vakitten sonra yamulurum, düzeltilebilirsem bir süre daha girerim çıkarım,’ der.  Oysa vida burguları sayesinde daha iyi tutar. Bir başka vidayla sökemezsin. Kerpetenle şak diye çekip alamazsın. Ancak doğru uca sahip bir tornavidayla çıkarabilirsin!

Ancak Danyal, yine denyodanyallığını yaptı; bu kadar güzel ve tutarlı bir karşılaştırmanın üzerine, “haa, demek o yüzden vida sıkışınca daha zor çıkartılıyor!” diyerek, bünyelerimizde metaforik anaforların oluşmasına sebebiyet verdi. 

"Arbiden de sıkışan bir vidayı sökmek, yerini bellemiş bir çiviyi sökmekten daha zordur bre," dedi Ramiz Dayı; bir yandan öteki eliyle bileğini tutuyordu. Bu konu üzerinde biraz düşününce, Anglosaksonların vidaya (birbiriyle bağlantılı bir ton farklı anlamı olan) screw demelerindeki bilgeliğin hiçbir İngiliz anahtarıyla açıklanamayacağını anladık. Sıkışmış bir vidayla uğraşma sıkıntısı, İngilizler gibi soğukkanlı yapılarıyla bilinen insanlar da bile, mide burulmalarına yol açabiliyor olmalıydı. (Hiçbir insan, durduk yere, “Screw driver!” diyerek, o güzelim İngiliz taksilerinin sürücülerine yönelik bir atraksiyona gireceğini hönkürmez, değil mi?) Halbuki; kelimemizin kayınbabası olan İtalyanca ‘vite’nin kökeni, ‘asma filizi’ anlamına geliyordu. Sırf asma helozonik bir görüntü arz ederek ilerliyor diye... 

Arzdan bir nokta olarak başlayan ve helezoni haliyle genişleye genişleye yükselen semazen vida da, kendi etrafındaki her dönüşte bir tur atıyor; ve bu sayede görünüşte onunla aynı gibi duran dümdüz bir çividen daha fazla müdahil oluyordu -mesela, ahşabın gövdesinde daha çok yer kaplıyordu. Burgulu olan her şey gibi, vidanın sıkışma ihtimali de, yine aldığı yola kayıtsız kalmamasıyla ilişkiliydi. Ne kadar derine inmiş ve ne kadar farklı doğrultulara yayılmışsa, üzerindeki her burgunun karşılaştığı direnç de o ölçüde artıyordu.  

Baktık, etimoloji, ontoloji filan derken konu uzayacak; işler aksayacak; Danyal’ı nalbura postaladık. Bu esnada bileği sarılı Ramiz Dayı, yerde duran kitapların arasında Edebiyle İş Yapan Ustanın El Kitabı’nı buldu. Nalbur gelene kadar boş durmayalım, kitaba göz atalım dedik. Ramiz Dayı’nın bu gayet teknik kitaptan bir sayfa açıp kendi meşrebince okumasına engel olamadık.

Arkasından somunla sabitlenmeyen bir vidacık gevşemişse, sorun vidacığın malzemeyi kavramamasındadır. Bu vidacığı kolaylıkla sökersiniz ve daha büyük bir vidacıkla sağlamlığı sağlayabilirsiniz. Gevşek vidacıkları değiştirmek o kadar kolaydır ki kızanım; kimi zaman aynı uçlu tornavida bile kullanmanıza gerek kalmaz; hatta iki parmakla bile sökülüverirler valla da billa da. Bir ustanın usunu zorlayan usus, sıkışmış vidalardır. Vidacığın eğri sokulması, kendi çapından küçük bir deliğe uygulanması, zaman içinde kaynaşması ya da üzerine boya / vernik çekilmesi gibi durumlar sökme işlemini zorlaştırır. Tornavida işe yaramıyorsa; şarjlı vidalama makinesini tercih edebilirsiniz. Bu da kâfi gelmiyorsa; bir pensecik alın ve onunla vidacıyı ha şöyle ağır ağır çevirin işte be. İlk başlarda bir zorlayıcı olsa da, ilerledikçe vidacığın gevşediğini ve yerinden daha rahat çıktığını göreceksiniz.”

Neyse pek muhterem okurlar, bu varlık sarsıcı seslendirme, nalburun gelişiyle sona erdi. Ancak kendisinin Duygusal Halı Yıkamacılar’a özenen duygusal bir sufi nalbur olduğunu, konuşmaya başladıktan çok sonra anladık. Meğer o nalbur kişiliğinin altında, tahtalara gereksiz yere çivi çakmaya çalışan bir çocuğun romantik ruhu yatıyormuş hâlâ. Kendini, "Dünyanın kendi elemi kederi yoktur mu diyeyim, çivi isteyene vida mı vereyim?" diyerek açıkladı.  Biz de kendisini hayır duaları eşliğinde uğurladık. 

Zaman ilerledikçe az biraz sakinleşir, rahatlar gibi olduk.  Derken o çalışma masası bir odadan diğerine taşınırken çatlayıp ikiye ayrılmasın mı! Meğer uzun süredir bakım görmediği için, içten içe çürümüş; bu kadar derinden zedelendiğini fark etmemişiz. Ancak Tibet’e gitmeden ‘vidanın anlamı’nı bulan ve bu zanaata aşırı bir hürmet göstermeye başlayan Danyal, masayı atmamızı engelledi: “Blogçuluktan sıkıldım ben. Uzun süredir heyecanı da yok zaten; kendimi hırdavat-nalburiye edebiyatına adayacağım; bu masayı da eve götürüp tamir edeceğim,” dedi.

Bununla da kalmadı dengesiz denyo, la dolce vida sevdası uğruna bir Orhan Veli şiirini piç etmeyi ve nefretleri üzerine çekmeyi göze aldı. Şükür, "Living La Vida Loca (Sıkışmış Bir Vidayla Yaşamak)" adlı şiirini bitirmeden yakaladık ahmağı . ("Dokunabilir misiniz, tornavidama, ellerinizle?" yazabilmiş en son.) Birazdan kendisini masayı olduğu yerde bırakması konusunda ikna edeceğim elbette.

Vaziyet bundan ibaret, pek muhterem vidayı-çekiçle-çakan-okuyucular. Gerçek ve sanal hayatlarınızda -cümleten- hayırlı eyyam(lar) temenni ediyoruz. Kapat (x) işaretinin yerini biliyorsunuz. 

(-Kırıcı oluyorsun Cemil Abi! +İstersen bu konuyu içeride, baş başa tartışalım. Hem sana hayatın bazı acı gerçekleri hakkında mühim şeyler aktarmak istiyorum. – Aa süper, gitmeden şiiri koyacağız di mi abi? +Koymaz mıyız hiç; elimde gördüğün meşe odununu şiir okurken de dinlerken de kullanmaya bayılıyorum!)