Blog

Anglo-Sanalca. İsim

- Bir ya da bir grup insanın, edebi bir tekniğe veya bilimsel bir yapıya gereksinim olmaksızın, belirli bir tema etrafında ya da kafalarına estiği şekilde yazdıkları yazıların, yaptıkları resimlerin ya da sağdan soldan devşirdikleri malzemelerin, bir internet sitesi üzerinden yayınlaması işi, ağ günlüğü. Spoiler Örnek: "Blog dediğin nane bülügtür, Savaş ve Barış ise babafingo!"


Son yazıya gelen yorumlar (Bkz. nüans maddesi), KYH Ailesi olarak bizi yaptığımız işi düşünmeye, nerede hata yaptığımızı sorgulamaya itti pek sevgili okuyucular. Neticede insanın kendi eylemleri hakkında, fiilleri çoğul eki kullanarak çekmesinin megalomaninin bir göstergesi olduğunu, dini deneyimlerimiz ve Fatih Terim'den dolayı biliyorduk. Öte yandan hiç kimsenin, çoklu kişilik bozukluğu hastalığımız konusunda klinik bir bulguya sahip olmadığını bilmenin güvenini de taşıyorduk.

Peki nasıl olmuştu da, bu kadar insan geceli gündüzlü (3 vardiya, ayıptır söylemesi) yazı mesaisi yaptığımız halde bir avuç okuyucuyu memnun edememiştik? (Ki bu blogun okuyucu sayısının, KYH Ailesi'ndeki fert sayısından düşük olduğu gösteren istatistiki verilere sahibiz.)

Sorunun kökenini bulmak için kanepeye uzanıp çocukluğumuza inmemiz gerekti. Karşımıza ne çıksa beğenirsiniz: Bülüg! (Evet, bülüg!) Bu yeni bilgi karşısında şaşkınlığımız uzun sürmedi ve yaptığımız bülüg fırtınası sonucunda, bülüg ile blog arasında daha önce kurulmamış ilginç bir bağlantının olduğunu keşfettik.

Resmi kurumlar tarafından "Küçük erkek çocukların cinsiyet organı" olarak tanımlanan bülüg, sukünetin tatlı kollarına uzandığınız bir kumsalda, sizi yerinizden sıçratacak bir çığlıkla denize doğru koşan ve büyüyünce fırlama olacakları izlenimi veren erkek bebeklerin bacaklarının arasından sarkan uzantıya verilen isimdir.

Bu uzantı işemek kadar, akran komşu kızlara gösteri yapmaya da yarar. Yan etkileri ise, sünnet edilmesi ve o kızların babası olan amcalara da gösterilmesidir.(Bazı psikanaliz çevrelerince bu insanların kendi penislerinin büyüklüğüne ikna olmak için bülüg görmeye ihtiyaç duydukları iddia edilmektedir.) Bir çocuk, bülüğünün büyülü olduğuna inandırılmışsa, büyüdüğünde bile, hangi ortamda olduğunu umursamadan o uzantısını sürekli yokla-yarak refresh etmeyi sürdürecektir. Nitekim Kutadgu Bülüg'ünün hala yerinde olduğunu görünce de haplanmış şebekler kadar mutlu olacaktır. (Bilig [Bilgi]. İsim. Türk malı - Türk'ün malı meydandadır. Bir insanın zekâsı sayesinde elde ettiği; öğrenme, araştırma ve gözlem yoluyla kurduğu; akılda oluşan olgu, gerçek ve ilkelerin bütününe verilen isim.)

Şu anda 'blog' denilen nanenin, en temel okuma yazma becerisine sahip olan insanların sanal alemde tuttukları günlükler olduğunu bilenler, "Bu ikisi arasında ne alaka var ki!" diye serzenişte bulunabilirler. Aradaki bağlantıyı daha net anlamak için hikayeyi biraz geri sarmamız lazım. İnsanların günlüklerini ifşa etmek bir yana, kilitli defterlerde yatak altlarında sakladıkları günlere...

Efendim, her şey 80'li yıllarda 'karaoke' çılgınlığının patlamasıyla başladı! 20.yy'ın başlarında kültür endüstrisinin boy vermesiyle beraber herkes bir yıldız, bir şambali şöhret olmayı istemeye başlamıştı. Ne var ki (yetenek mevzu bir yana), herkesi 'film artizi' ya da 'sanat güneşi' yapacak tesis yoktu. İşte karaoke teknolojisi o vakit devreye girdi: İnsanlar artık barlarda ve evlerinde 5 dakikalığına da olsa popüler bir şarkıcı olma fantazisinin tatminini yaşayabiliyorlardı. Ardından kitlelerin internete sürülmesiyle, süper şahane bir malumat orjisinin dibine düştük. Gazete, dergi, radyo, TV, sinema gibi geleneksel kitle iletişim mecralarının yapısal ve ticari engellerine karşın bu yeni mecra, internet bağlantısı olan herkese (yazım kurallarını bilmeyi gerektirmeksizin) seslerini duyurabilme, kendilerini ifşa edebilme, küçük de olsa etraflarında bir hayran grubu yaratabilme şansı verdi.

Bu gelişmenin medyanın yanı sıra hayatın pek çok alanında 'postmodern' diye tabir edilen, fütursuz bir esnekliğe haiz nüfuz etme yetisini yanında getirmesi şaşılacak bir durum değildi. Zira geçen süre zarfında terörist örgütlenmeler bile, tek başlı bir emir-komuta zincirinden (Haşhaşiler - Hasan Sabbah); eylem planı konusunda otonom hücre yapısına (El Kaide - Usame Bin Ladin) döndüler. Devir, artık viral (bir virüs gibi yayılan) araçların devriydi!

Sosyal medya namıyla arz-ı endam eden bu yeni medya, her türlü ifşayı/kimlik fantazisini belirli ölçüde kitlelere yaymayı başardı. Malumat ve iletişim teknolojilerindeki bu değişimler yepyeni bir epistemoloji yarattı: Wiki kültürü! Türkiye'de bunun ilk örneklerinin Ekşi Sözlük (binlerce yazarlı kollektif ansiklopedi) ve İtiraf.com (herkesin 'mea', herkesin 'kulpa' olduğu iç dökme sitesi) olduğu bu yeni 'oyun alanı', sosyalleşme kadar kitle iletişimini de yeni bir bağlama oturttu. Üniversite öğrencisi/mezunu gençler arasında Ekşi Sözlük yazarı olmak, prestijli bir kimliğe tekabül etmeye başlamıştı. Yeni mezunlar özgeçmişlerine gönül rahatlığıyla " .... yılından beri Ekşi Sözlük yazarı" ifadesini ekliyorlardı. (Harbiden var mıdır böyle bir ana kuzusu?)

Artık YouTube'da yönetmen, Blogger'da yazar, Twitter'da gazeteci, deviantART'ta ressam, Flickr'da fotoğrafçı, Delicious'ta kütüphaneci olabiliyoruz. Hatta dileyen Digg'de asil, Friendfeed'de tutumlu, Sosyomat'ta da fahişe olabilir! (Esprinin açıklaması için burayı tıklayın. Ancak misafir umduğunu değil bulduğunu yer.)

Sözün özü; egonun küçük ifşaatları olarak blog, aslında bülügle aynı özellikleri göstermektedir: Rahatlıkla sergilenir ve sergilenmeye teşvik edilirler. Evrende az yer kaplarlar. Kişisel anlamda değerli olmalarına rağmen insanlık tarihi için önem arz etmezler. Eyyam dolu övgülere açıktırlar. Sürekli update halindedirler. Sahipleri takıntılı ise normalden fazla refresh edilirler.

KYH elemanları olarak, naçizane görüşümüz, blogların varlığından yanadır: Herkes derdini, beğenisini döksün; başından geçenleri paylaşsın, gönlü ferahlasın! Bununla beraber insanların sosyalleşme sitelerinde yazışmalarını, birbirlerini tanımalarını, fulkontakt kaynaşmalarını, tematik cemaatler inşa etmelerini, istiyorlarsa orji yapmalarını da destekliyoruz. Fakat, "İki blog yazdım, kırk kişi de beğenmiş" diye kurum kurum kurulan, Posta gazetesinde şiiri yayınlanan memleket şairleri modeli, son sürüm sanal yazarları da burada anmadan geçemeyeceğiz: Hasta mısınız lan siz?

Bu fallik maddeyi Californication dizisinin baş karakteri, gönül adamı, güzel insan, sevgi pıtırcığı Hank Moody'nin ailecek pek sevdiğimiz bir tiradının (Sezon 1 Bölüm 5) çevirisiyle tamamlamak istiyoruz.


"Güya internet bizi özgürleştirecek, demokratikleştirecekti. Gel gör ki bize tüm sunduğu magazin haberleri ve çocuk pornosu oldu!

Millet artık yazmıyor, blog tutuyor! İnsanlar konuşmak yerine, noktalama işaretlerini ya da yazım kurallarını takmadan, birbirlerine mesaj çekiyorlar: Bebeem, LOL, hehe, nabyon, ii, :sev...

Bir avuç hödüğün, zengin ve zarif bir dil yerine, mağara adamlarının konuştuklarına benzeyen uyduruk bir dille, diğer hödüklerle koftiden iletişim kurmalarından başka bir şey değil bu!
"


[Blogları ve sanal iletişimi böyle aşağılayan ifadelerin bir blogta yer alması da alenen yüzsüzlük ve hatta hödüklük tabii ki!]