Falaka



Arapça. İsim.

1- İnce sopayla ayak tabanlarına vurulmasına olanak sağlamak üzere, bacakları bitişik tutmaya yarayan kalınca bir sopa ve ipten oluşan dayak düzeneği. Örnek: "Falakaya yatırmanın şnitzelle alakası yok Gülbahar!"

2- Kaldıraçlarda kullanılan, ucu ipe bağlı ağaç parçası. Örnek: "At arabalarında koşum kayışlarının bağlandığı ağaç düzeneğe de falaka denmesi tesadüf olamaz değil mi! Gerçeği söyle Cemil Abi: At gibi sevimli hayvanlara bile böyle işkence ettiğimiz için mi yaratılmışların en şereflisiyiz?"



Bu yazıyı okumadan önce sadece bir dakikalığına Osmanlı'da kol teftişinde yakalanan, suçunun ne olduğu ve nasıl ispat edildiği hakkında hiçbir fikrimizin olmadığı bir kişinin falakaya yatırılmasını betimleyen resimdeki karakterlerin ifadelerine bakmanızı istirham ediyoruz sizden.

Baktınız mı? (Sen de baktın mı Eskişehir Valisi?)

Siz bakışınızı tamamladığınıza, biz de helaya son anda yetişen birisinin bıraktığı kütle gibi giriş paragrafının ardından sifonu çektiğimize göre; Avrupalıların bastinado / bastonado / bastonnado (bastonu dayamak), Ortadoğuluların falaka adıyla andıkları işkence yönteminde çomakla boncuk aramaya koyulabiliriz, pek muhterem falakadan kemiğikırılmış mazlumlar.

Falaka, tarih boyunca Çin'den Güney Amerika'ya, Filipinler'den Zimbabve'ye kadar geniş bir coğrafyada faaliyet göstermiş /gösteren / gösterecek tüm işkenceciler tarafından pek bi' sevilip benimsenmiştir. İşkenceyi onlardan iyi bilecek değiliz; ancak falakanın sağladığı işlevsellik ilk bakışta bile fark edilebilir: Can acıtıcıdır. İkisi yancı olmak üzere en az altı kişiye istihdam sağlar. Dayaktan sonra falakaya yatırılan sırtına birisi bindiği halde ıslak zeminde yürütülürse iz bırakmaz. Açıktan yapılacak olursa temaşaya uygundur. Ayrıca Falӓka düzeneğini kurmak neredeyse evde IKEA dolabı kurmaktan daha az enerji gerektirir: Büyük bir sopa, ondan daha ince bir ya da iki sopa ve biraz ip yeterlidir.  (Evde aniden falakaya ihtiyaç oldu; ama o da ne, sopanız yok! Hiç üzülmeyin; sopa yerine pantolonunuzun kemerini kullanabilir, karınızı ya da çocuğunuzu sürpriz falakacıklarla mutlu edebilirsiniz.)

Tarifini bir kenara not ettiğinizi tahmin ettiğimiz, Arapça'nın Türkçe'ye şaklattığı kelimelerden birisi olan 'falaka'nın kökenine indiğimizde, Eski Yunan'ın 'kütük'üyle karşılaşıyoruz. Özünde kütük, kalın sopa anlamlarına gelen falanks (φάλανξ-phalanx) kelimesi [Yunan alfabesiyle şey edince çok  havalı ve ferah oldu yeminle!] Antik Yunan'da -hatta Sümer'de- kalkanları yan yana tutan, uzun mızraklı askeri dizileri tanımlarmış.   


Ancak tabir askeri anlamında ötesinde, genel olarak, belirli bir amaç için birleş(tiril)miş / safları sıklaştır(ıl)mış çok sayıda parçadan oluşan cemaat ya da hayvan grubu (mesela, Ben Hur tarzı at arabaları!) için de kullanılıyor. Hadi cemaat deyince huylandınız diyelim; peki el ve ayaklardaki her bir kemiğe falanks denmesi de mi tesadüf, ey padişah tahtırevanının altında mutmain olan sessiz köleler?

Falanksı isterseniz dayak yiyecek ayak tabanları, isterseniz o tabanlardaki kemikler, isterseniz de birilerine dayak atmak için bir araya gelen ayak takımı olarak alın; karşınıza bir bağ tarafından sıkı bir saf halinde örülmüş sopasal öğeler çıkar. Bu zımbırtılar, birbirleriyle bu kadar sıkı fıkı oldukları için sağlam dururlar, ama bunun karşılığında özgünlüklerini ve özgürlüklerini yitirmişlerdir.

Nitekim İspanya'da 1933'te kurulan faşist partiye Falanj (Falange), bu partinin üyelerine de Falanjist denmesi tesadüf değil; aynı mantığın cillopesk bir yansımasıdır. İşin matrak tarafı, falakanın kökenini oluşturan ve faşistler tarafından çok sevilen (Fourier, sen ne arıyorsun orada?!) 'falang'ın 'faşizm'le olan kavramalı münasebetidir. Zira faşizmin İtalyanca kökeni olan fascio, 'demet' anlamına gelir ki; öncelikle ince odunlardan oluşan bir odun demetini / balyasını ifade etmesi çoğu bünyeye hiç de şaşırtıcı gelmeyecektir. 

Aranızda 80'lerde büyüyüp, "ya bu bana çok tanıdık geliyor!" diyenler varsa; çocukken anlatılan 'tek dalı kırmak kolaydır ama dallar bir olunca kırılmaz' hikayesini hatırlasınlar. İşte o vakitler, her pazar akşamı mini minicik beyinlerimizin faşizm kesesiyle törpülendiği; dimağlarımızın odunsallık ideolojisi ile ısınan termosifonda kaynayan suyla yıkandığı güzide dönemlerdi. Devletimiz bize 'evladım ülkenin huzuru, senin T.C. falangının sağlam duruşlu bir neferi olmanda gizli' diyordu. (Fourier, çık hattan, seni ütopik!)

Nitekim falaka düzeneğine bu gözle baktığınıza, ipin ideolojik aygıt, sopanın ise baskı aygıtı olduğunu görürsünüz. İp, 'fascio'da odunsal öğeleri bir arada tutmak, 'falaka'da ise o odunsal öğe olmayı reddedenlerin hareket kabiliyetini yok etmek için kullanılır. Ona eşlik eden sopa da kendisi gibi odun olmayanların tepesine inen bir sindirme ve /veya yoketme aracıdır. Bu aygıtları örgütleyen 'akıl', bir üst paragraftaki naçiz örnekle olduğu üzere, fidanları topraktan sökerek ya da dalları ağacından keserek onları odunlara dönüştürür ve bu canıçıkık malzemelere, mutlu bir odun ülkesinin payandaları oldukları yalanını atar. O noktadan sonra sopaya dönmüş bu odunların nefret ettikleri, onları yontan keser değil; kendilerine özgü yaşamsal bir zenginlikleri olan, yeşermiş fidanlardır. 
  

Zehir kıvamındaki zeki okurlar, devlet - sopa - savaş - şiddet - faşizm arasındaki bu odunsal ilişkiyi hemen kavramışlardır. (Oh! Evet evet, öyle devam edin!) Ama kavramakta zorluk çekenler; Gezi olayları sırasında İzmir'de çekilen yukarıdaki fotoğraftan bu yanlış bilincin ürünü olarak, fidan kırmaya meyilli şiddet sopasına dönüşmüş odunları teşhis edebilirler. ("Hayır evinde 30 milyon Avro mu var da, elde sopa gösterici arıyorsun?" -Machiavelli)

Şiddet uygulayan sopaya da o şiddeti meşrulaştıran ipe de özel bir kutsallık atfedilir. Bu kutsallık, her ne kadar devletin bekası gibi soyut ve muğlak bir kavrama atfedilse de; işlevsel olarak devlet mekanizmasının başındaki makinistlerin arzuları doğrultusunda yönetilir. M
ikro seviyede 'kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin' özlü sözü ile aile içinde gerçekleşen bu sikimsonik modelde, makinist Tanrı'nın gölgesidir. İster aile ister devlet olsun, bu algının hakim olduğu her kurum, allahına kadar Paganisttir, dibinden tepesine kadar Olimpos Dağı'dır. Orada bir yanda Zeus'u ve Apollo'yu, öte yandan da paralel yapı ve bu kuvvetler arasındaki türlü entrikaları bulur; gündelik bir biat-itaat sarmalında keklenirsiniz. İsyanlardan medet umduğunuzda da karşınıza çıka çıka Sarıgül çıkar. Kısaca o sopa kırılmadığı, o oduna hürmet bitmediği sürece Roma'nın çarmıhı yıkılır, yerine engizisyonun darağacı ya da cadı yakma ayini dikilir. (Belki de olması gereken budur: Doğru devrim, başarıya ulaşma şansı olmayandır!)

Şeriatla yönetilen devletlerde bile, bu sopa devleti idare edenin, yani kulun sopasıdır. Zira Zeus'un şimşeği,  Thor'un balyozu (Mjöllnir'e çekiç diyenin kafası onun altında kalsın!) olabilir, ama psikoanalizden münezzeh olan Allah'ın sopası yoktur, behey kendini şirk sirkinde ulu'l emr temaşasına kaptıran şuursuz seyirci! (Blog olarak Paganizme düşman değiliz, sadece aranızda bu dine düşman olanların damarına basmaya çalışıyoruz, di mi Ramiz? Güneşte demlerim senin çayını!)

Tarihin talaşlı sayfalarını birazcık karıştırırsak; yukarıda bahsi geçen tanrısallık iddiasıyla kutsanmış kavimlerin, devletlerin ve imparatorlukların bu kul sopasıyla aldıkları canları görebilirsiniz. Ancak bu aracın nasıl acımasızca kullanıldığına yakın tarihten bir kaç hadiseyle bile yeteri kadar aşinayız.

Sözgelimi, yazar Sabahattin Ali'nin 2 Nisan 1948'de Bulgaristan sınırı civarında yakalanıp Milli Emniyet tarafından işkenceyle öldürülmesi ve eski astsubay / kaçakçı Ali Ertekin'in suçu üstlenmesi de yine aynı 'sopa'nın ürünüdür. İşin doğrusu, yine bu açıdan baktığımızda, Sabahattin Ali'nin bir kaçakçı tarafından sopayla öldürülmesi ile devletin resmi görevlileri tarafından sorgu odasında işkenceyle öldürülmesi arasında hiçbir fark yoktur.  

Ali İsmail Korkmaz'ın 2 Haziran 2013'te Eskişehir'de düzenlenen Gezi gösterileri sırasında, sivil ve üniformalı polisler ile Odun Devleti'nin payandası olan milisler tarafından sopalarla dövülerek öldürülmesi de benzer bir falaka ile yola getirme / yapraklarını soyma / bertaraf etme pratiğinin devamı niteliğindedir. 

Bir Ali'nin 41, öteki Ali'nin 19 yaşında katledilmeleri arasında geçen 50 küsur yıllık süre zarfında, kaç insanın bu falaka düzeneğiyle işkence gördüğünü, kaç insanın bu sopa tarafından öldürüldüğünü hesaplamaya yeltenecek kadar araştırmacı bir blog değiliz. Ancak sistematik işkencelere maruz kalmamış politik bir hareketin hala ve ısrarla mağdur edebiyatını sürdürmesinin kendi mağduriyetinin edebiyatını yapmaya hasta bir toplumda serpilen siyasetin doğal bir getirisi olduğunu söylemekte sakınca görmüyoruz. 


Uzun bir aradan sonra gelen bu uzun maddeyi, içinde derin anlamlar barındıran eşsiz bir besteye sahip uzun bir şarkının sözleriyle bitirmeye ne dersiniz, sevgili odunlar? 

Haydi hep beraber!

Re-cep Tay-yip Er-do-ğan
Recep Tayyip Erdoğan
Her-yer-val-la-Baş-ba-kan
Recep Tayyip Erdoğan