Kimlik





Sapına kadar Türk malı. İsim

1- TDK'dan kelimesine dokunmadan.Toplumsal bir varlık olarak insana özgü olan belirti, nitelik ve özelliklerle, birinin belirli bir kimse olmasını sağlayan şartların bütünü. Örnek: "Gençler, kimlik görelim!"

2- Bir insan evladının ne menem bir halt olduğunu başkalarına tanıtan, onu afişe eden, yerin dibine maymunun kıçına sokan belge, tanıtma kartı, hüviyet. Örnek: "Hüviyetin olduğu yerde hürriyet yoktur!"



KYH Ailesi olarak en irrasyonel kimlik aracı olan "ırk" kavramından tiksinmemiz, bir üyemizin üniversitede aldığı Calculus dersinde Sıtkı Irk isimli bir hocayla dalaşmasına dayanır. İçerikten sıkıldığı için amfinin üst kapısından sıvışmaya çalışan genç arkadaşımız, durumu fark edip alt kapıdan fırlayan Bay Irk tarafından yakalanmış, bir ton laf yemiş, sonra da hocanın odasındaki gemi maketlerine baka baka, "Rahatsızlandım için çıkmak zorunda kaldım, yoksa dersiniz, eee nasıl desem, mutmuhteşem!" yalanı atmak zorunda kalmıştır. İşte o günden bu yana, hem matematiği hem de ırk kavramını güvenli sürüş mesafesinden takip ediyoruz.

İnsanlar ilk çağlardan beri şu cibilliyetini sevdiğiminin dünyasında varolabilmek için başkalarına ihtiyaç duymuştur. Çünkü Maslow'un İhtiyaç Hiyerarşisi Kuramı'yla ortaya koyduğu (daha sonra ERG, ÖGGH kuramlarıyla düzeltilen) amaçlara tek başımıza erişemeyiz, sevgili homo sapyiyenler!

Peki insan evladı sınırlı kaynakları ve içindeki açgözlülüğü neresine sokacak?

İşte bu gerçek bizi, kaynakları ele geçirme kumpasında işbirliği yapacağımız başka insanlar bulmada ortak bir paydanın gerekliliğine getirir. Bu ortaklık çerçevesinde değişik ebatta gruplar oluşturup, diğerlerini dışlar; kaynaklara ulaşmak için onları etkisiz hale getirmeye çalışırız. Böyle bir çaba örgütlenme gerektirdiğinden, grup içinde ikinci bir güç dengesinin ortaya çıkmasını ve oligarşik bir alt-grubun, beraber kaynattığımız sütün tüm kaymağını yemesini ve bize de sus payı olarak iki lokma fırlatmasını sineye çekeriz.

İnsanlığın ilk zamanlarında bu gruplaşma, klan adını alan küçük gruplar üzerine inşa edilirdi. Fakat tür olarak tavşandan beter ürediğimiz için sayımız ilerleyen yıllarda geometrik olarak arttı ve baz alınan ölçü ümmete, millete ve ırka kadar genişledi. [Matematiğin yaptığı pisliği görüyorsunuz değil mi?]

Adı, çapı ve grup üyesi seçim kriterleri değişse de, kimlik denilen zamazingonun içeriği ve amacı değişmez: Başkalarını dışlama ilkesi ile kendini tanımlamak. Bu tanımlama süreci için kullandığı araç ise -sıkı durun- OKEK'tir! [Bu da matematiğin yaptığı ikinci pisliktir.]

Ortak Katların En Küçüğü, birbirinden farklı sayıların aynı paydaya ulaşmak için çarpıldıkları bir süreç sonucunda elde edilir. Toplama işlemi sırasında paydayı denkleştirmek için gerekli olan OKEK, en aklı başında sayılardan kabul edilen rasyonel sayılarda bile ütopik bir "Ahanda lan ortak bir paydamız var, ne hoş!" yanılsaması yaratır. [Bu matematik denilen çirkefin rasyonel sayıları böyleyse, irrasyonel olanlarının ruh halini varın artık siz düşünün!]

Bu hıyarto durumu bir işlemle açıklayalım:

1/5 ve 3/4 sayılarını toplamamız için 5 ve 4'ün OKEK'ini bulmamız gerekir -ki bu da 20'dir. Buna ulaşmak için rasyonel sayılarımızın altını da üstünü de 20 ulaştıracak şekilde çarpmamız gerekir. Neticede ilk sayıyı 4 ile 2. sayıyı 5 ile çarparız ve sayılarımız daha da şişkin hale gelir; 4/20 ve 15/20 olurlar. Sonra da bunlar toplayıp, 19/20 sonucuna ulaşırız! Görüldüğü gibi iki rasyonel sayı hala 1 etmemektedir! Yani ne kadar çarparsanız çarpın, ortak payda sizi 1 yapmaz, bütünlemez, adamdan sayılmanızı sağlamaz!

Şimdi OKEK ne yapmıştır? "Siz aslında çok farklısınız ortak bir payda lazım" deyip sayıları şişirmiş, nihayetinde de onları 1'e bile tamamlayamadan, piç gibi ortada bırakıvermiştir. Böylelikle rasyonel diye anılan en aklı başında sayıları bile salaklaştırma başarını göstermiştir. (Bunun suç ortağı, işbirlikçisi OBEB, ayrı bir maddenin konusudur.)

İşte kimlik denilen, bu oyunun matematik yerine toplumsallık tarafından oynanmasıdır: Ortak payda oluşturma adına birileriyle toplanmanız için önce çarpılmanız gerekir! Tanım itibariyle, hem diğerlerinden farklı olanı göstermesi hem de ortaklık iddiasında bulunmasındaki tutarsızlığın nedeni de, bu oyunun külliyen yalan dolandan, iskambil kağıtlarıyla yapılan bir kurgudan, osuruktan bir eyyamdan ibaret oluşudur.

Bu yüzdendir ki hiçbir kimlik tarih boyunca önemini sabit tutamamış, bir vakit yerini bir başka kimliğe devretmiştir. Klan dine yenilmiş, ümmet yerini millete bırakmış, kapitalizmin besleyip büyüttüğü tüketim kültürünün inkişafıyla beraber meta kullanımına dayanan, şipşak küresel kimlikler ortaya çıkmıştır.

Ancak sevgili kimliğimi-evde-unutmuşum-abiciler, doğumla kazanılan fabrika ayarı kimlikler yerine, kullanıcının (arada "insan" da deniyor) kendi belirlediği kişiselleştirilmiş kimlikler'in revaçta oluşu; kimlik denilen nanenin içeriği ciddi derecede örtmesini engellemez. Çünkü kimliği oluşturan her etiket (sanal alemdeki popüler adıyla tag) aslında bir ya da birkaç deneyimden yola çıkan bayağı genelleştirmelerdir. Birisi için "akıllı" dediğimizde onun bizdeki yansımasını, genel bir akıl kavramına saplanarak ifade ediyoruz demektir; o kişinin kendine özgü yetisini ya da o kişiyi değil!

Sahip olduğumuz alt-üst-sağ-sol-hopidik kimlikler, bir kütüphane katalogu işlevini görürler. Farklı boyutlardaki toplumsal gruplar içinde, hangi rafa konmamız gerektiğini, indirgemeciliğin tereddütsüz yavanlığıyla, gösterirler. O an için -siz istemeseniz de- üzerinize yapışacak olan yafta, muhakkak farklılıklar üzerinden ilerleyecektir. Başka insanların Toplumsal Konumlama Sistemi'nde yerinizi tayin etmeleri, büyükten küçüğe kadar pek çok değişik çarpma işleminin toplamından çıkan sonuçla bulunur. Muhatap olduğunuz kişi/kişilerle ortak olan kimlikleriniz (eşitliğin iki tarafı birbirini götüreceğinden) düşüldüğünde, GPS daha detaya inen alt-kimlikçiklerle çalışır ve tam (!) noktanızı bulur. Karşınızdaki Türk ise, bu sefer dininiz ya da memleketiniz önem kazanır; üniversite mezunuysanız, hangi üniversite olduğu öne çıkar. (Muhatap ilkokul mezunuysa, bu detaya gerek yoktur.) Bunlar da yetmezse, yaş, baş ve bilcümle tüketim alışkanlıkları gündeme gelecektir. Bu konuda insanların yeni gelinin kocasına sarıldığı gibi kimliklere abandıkları gözlemlenebilir: "Ferdi de iyidir, kalbimizde yeri vardır ama ben Orhancıyım!" (Ya da "Facebook çok amele doldu ya, ben Twittercıyım!")

Tekrardan kelimenin 2.anlamına dönecek olursak; matematik dersi macerasında bahsi geçen öküz arkadaşımız, mühendislikten ayrılıp sosyal bilimler okuduktan sonra bir üniversitede araştırma görevlisi kadrosunda çalışmaya başladı. Zaman içinde, konuyla ilgili ipilginç bir olguya şahit oldu: Bir vakit fakülteye (dapdallama) bir hoca geldi. Yoklama alma işini her ders, koskoca anfideki kimlikleri toplayıp bunları barkod okutucuyla bilgisayara Excel dosyası aktararak yapan bir şahsiyetti bu. İlk başka kaçakları engelleyen makul bir yöntem gibi gözükse de, aslında ortada tekno-faşizan bir sorun vardı: Kimliğini unutmuş öğrenci derste yok sayılmaktaydı! (Kısaca herifin derdi o öğrenim kurumunun asıl amacı olan, öğrencinin bilgiyi alması ve bilgi üretimine katılmasını sağlamak değil, kimlik kontrolü yapmaktı.)

Düşünsenize; fiziken ve zihnen orada olsanız bile, kimliğiniz yanınızda değilse, yok sayılıyorsunuz. İşte bugünümüz ve geleceğimizle ilgili asıl ürkütücü gelişme de budur, sevgili vatandaşlarım: Üç kuruşluk bir kart kadar bile değerinizin olmadığı bir çağda yaşıyorsunuz ve bunu feodal dönemden iyi olduğuna inanıyorsunuz!

Bu kadar maykılmuurluk yeter, bu maddemizi biraz da nasreddin olarak kapatalım:

Bir gün Nasreddin Hoca büyük bir şirketin kokteyline davet edilir. "Oh ne ala, beleş yemek artı içki" diye sevine sevine davete gider. Fakat kapıdaki korumalar, "Smokinsiz alamıyoruz beyefendi!" diyerek bunu geri çevirirler. Buna içerleyen Nasreddin Hoca eve gidip kürkünü ve yumurta topuğu ayakkabılarını giyer, $ sembollü 24 ayar altından kolyelerini ve tek tüylü beyaz şapkasını takıp mekana gider. Kapıdaki görevliler bu sefer, "İçeri smokinsiz kimseyi almıyoruz, pezevenk gibi giyinmiş birini hiç alamayız!" derler. Nasreddin Hoca bunun üzerine korumalara, "Yu'mada'faka'kak'saka'sanovebiç" deyip Aksaray'daki bir pavyonun yolunu tutar.