Din


Arapça. İsim

1- Türkçe Tengri adında toplanabilecek yaratıcılara (Tanrı, Allah, Yehova, Gaia, Dues, İşvara, Krişna, God, Eidur Gudjohnsen, Şeftali, vb.), doğanın üstünde ve altında olduğuna inanılan ama görülemeyen güçlere, çepçeşitli ve çetçetrefil kutsal varlıklara inanmayı ve tapınmayı sistemleştiren toplumsal kuruma, o kurumun kurum kurum kurularak dayattığı sembollerine, törelerine, ayinlerine ve adetlerine verilen isim, diyanet, dinayet. Örnek: "Bütün dinlerin ortak özelliği, aslında Mangal dininin çarpıtılmış yorumları olmalarıdır."

2- Hicaz mecazı. İnsan evladının çok inanıp bağlandığı, bir hezeyan dahilinde uğruna ormanlar ve tarlalar yaktığı kült, kültigin, inanç, ülkü. Örnek: "Sana din satmaya kalkanların derdini öte dünya zannetme; onların dini imanı bu dünyadır!"

3- Bir gram ağırlığındaki bir kütlenin hızını, saniyede 1 santimetre arttırmak için gerekli olan kuvvet, 1 g.cm/s2. Örnek: "Din konusunda karmaşık fikirlere sahip olan Newton'dan sonra din-dışı 'dyne'in anlamı o kadar çok değişti ki, Cemil Abi!"



İçinizde "Hacım, kırk yıllık dindarım Mangal dini diye bir şey duymadım" diyenlerın olmasının nedeni, Mangal dininin (Mangalizm ya da Mangalcılık) kutsal kitabı olan Biblia Sacra Barbequa'nın giriş ayetinde, "Her kim bu dinden başkalarına bahseder, işte o mangalın yedi kat dibinde soğanlarla beraber cayır cayır yanacaktır!" ifadesinin geçmesidir. Mangalın Kutsal Kitabı ilk ayetteki ilahi çelişkiyle (paradoxa divina) kendini imha eden nadir eserlerden birisidir.

Eminiz ki tek inananı, kitabın indiği peygamber olan bir din, kepçe kulaklarımıza tuhaf gelecektir. Çünkü, bildiğimiz anlamda antik bir markalaşma çabası olarak adlandırılabilen "din" (birkaç istisna dışında) PR çalışmasına bağlı olan açgözlü bir virüstür ve kitleye yayılma, onları kendine bağlama ihtiyacı duyar. Zaten böyle olmasa, Mangal dini imansız bir mangala düşmez; diğer dinlerin paranoid şizofren peygamberlerinin aksine, kendi peygamberini közlemez, onu Tanrı katına kadar yüceltirdi.

Oysa kendi dogmalarını çok ciddiye alan dinler, yayılma fikrine sıkı sıkıya bağlanmayı vazgeçilmez bir misyon olarak görürler. Ancak yayılma-dışlama arasındaki paradoksa dayanan bu görünüm tam anlamıyla doğru sayılmaz: Herkes "biz" olursa, "biz"in anlamı çökecektir. Bu yüzden cihada girmeye değecek sayıda kafire, zındığa, sapığa her zaman ihtiyaç vardır ve yekünde bu sayı korunacaktır.

Kendi tuzlarını kurutma derdini "Tanrı böyle emrediyor" diye çarpıtan ruhban sınıflarının çıkardıkları din savaşları yüzünden katledilenlerin, dışlananların, sürülenlerin çetelesini tutmaya kalktığımızda, karşımıza dinin insanlık tarihini anlama konusunda bize yönelteceği kaçınılmaz soruyla karşılaşırız: Dinler, Tanrı'nın kayıtsız şartsız hakimiyeti altında insanların kardeşliğini savunmalarına karşın, neden çağlar boyunca insanların birbirlerini boğazlamalarına yol açmışlardır?

Bu sorunun yanıtı, tüm kültürel kılıflar bir yana bırakıldığında, insan evladının tarih boyunca ne için kavga ettiğinde yatar. Beyni 1 'dyne'lik bir kuvvetle, dürüst ve insaflı çalışan bir insan, tüm kavgamızın aslında artı değeri kimin, hangi kriterler doğrultusunda paylaşacağına yönelik olduğunu itiraf edecektir. Adına insanlık dediğimiz hayvan cemaati, parsayı kırışmak için birilerine "Gözümsün!", diğerlerine "Götümsün!" demek zorundadır(!)

Din dediğimiz kurum, kabul edin etmeyin, bu dışlama mekanizmalarının en güçlülerinden biridir. Bu fanatizm reaktörü, en ufak ayrımları bile büyütmesi babında futbol taraftarlığı ve siyasi parti tutuculuğuna benzer. Bir kurumun fanatik bir dışlama mekanizması olup olmadığını anlamak için aşağıdaki kriterlere bakmak yeterlidir:

1- Bir kütlenin hızını, saniyede 1 santimetre arttırmak için gerekli olan kuvveti tanımlama; kısaca kitleyi gaza getirerek harekete geçirme. ("Allah Allah deyip geçti, Genç Osman hey hey!")

2- Organizasyonun döner sermayesinden doğan nemayı sömüren yöneticiler/ruhban sınıfı. (Cennet tapusu veya fahiş kombine bileti satışı)

3- Dönemsel şüphelerin ("CHP'ye inanmıyorum ama bir Atatürk var!") yenilmesi ve inancın bu süreçten daha güçlü çıkması.("Kılıçdaroğlu gelecek, CHP kurtulacak!").

4- "Doğru" ve "güzel"i korumak için "öteki" ile cihada tutuşma. ("Elimizde falçatalar, Kadıköy'e gelen Galatasaraylılar'ı arıyoruz!")


"Bizden olanlar" (Doğru yolu bulanlar) ve "bizden olmayanlar" (Sapkınlar) ayrımını berraklaştırma konusunda en geçerli kriterlerden biri olduğu için; dindar insanlar, sevdiklerini kendi dinlerinin dogmaları içine çekmeye çalışırlar. Çünkü bu 'zealot' hali, hem bu dünyadaki rezaleti, hem de öte dünyadaki zelaleti engelleyecektir. Bu misyonerlik faaliyeti, "Benim inandığım şey en bi' harbidir, en bi' doğrudur; geri kalanlar var ya, resmen sıçtı!" söylemi sayesinde, faşizmin tepesine dikilen tüydür!

İşte bu nokta, aslında kimi tasavvuf ehline göre, sofu dindarların kibre düştükleri anı gösterir. Zira asıl cihad insanın kendi nefsine karşı verdiğidir. Sen kendi şeytanınla kavgaya tutuşmuşsan, başkasının şeytanını recme kalkmaz; onları hata yaptıkları için yargılamazsın. Bu yüzden kendi inancını, kendi yaşayışını, kendi algılayışını, bunları paylaşmayan insanlarınkine göre üstün görmek, kudretini her an / her yerde olmasıyla tescil ettiğine inanılan Tanrı'nın (hakikatin) üstünü örtmek demektir. Bunun dini literatürdeki karşılığı ise, küfürdür!

Kendinden görmediğinin inancına "patates dini" dersen, Avrupalı senin dinine "vahşi ve çağ dışı" dediğinde ne yanıt vereceksin?

Bugün bir Galatasaraylı'ya "Size zamanında 6 tane takmıştık hacı!" dediğinde, adam seninle "Biz de UEFA Kupası'nı aldık, siz 30 yıldır Türkiye Kupası'nı göremiyorsunuz!" diye dalga geçerse hangi kovuğa saklanacaksın?

Behey şuursuz, insana sormazlar mı, "Hakikat dini budur diye tepeme çıkıyorsun; ama Japonya'da doğmuş olsan, "aklınla" Müslüman olmayı mı seçecektin, yoksa dedelerinin dinini mi sürdürecektin?" diye!

İşte fanatizmin düştüğü en büyük yanılgı, insanlığı bir bellemek yerine, farklılıklar arasında kademe icat etmeye çalışması; sonra da özünde çıkar kavgasına (kaynakların ve artı değerin paylaşımı için gruplaşma) dayanan bu ikiliği varoluşun vazgeçilmez özü olarak görmesidir. Bu kitlesel hezeyanda kaçınılmaz olarak biçem (tapınma adetleri ve söylem uslübu), içeriğin (tapılan) çanına ot tıkar; kardeşlik mesajları verdiği için "özünde iyi" olarak nitelenen kült, kendi çıkarlarına meşru bir kılıf bulmanın keyfiyle gevrek gevrek sırıtan, özel bir egemen sınıfın elinde künt bir bıçağa döner. İnsan türünün hala akıldan bu kadar uzak olması, dünyanın yönetimini duyguları sömürme ve manipüle etme konusunda yetkinleşmiş açgözlü kan emicilere bırakması ne kadar da ilginç, öyle değil mi pek aziz okuyucular?

Dindar insanların, inançlarını ultra beyazlatmak için kullandıkları "Dinimiz özünde iyi ama bunlar çarpıtıyorlar" mazereti, bütün ülküler için ortak bir sorunu anlatır: Bir makine yıllardır hatalı üretim yapıyorsa, makineyi kurcalamak yerine, suçu birbirlerinin halefi olan ustabaşılara atmak ne kadar doğrudur? İki futbol takımının başkanlarının ya da amigolarının tavırları, taraftarları ateşleme gücüne sahip olsa da, "ezeli rekabet" kavramını nasıl çöpe atabilirsiniz? Futbolu endüstriye, sahayı da savaş alanına döndüren, taraftarlar arasında derin bir nefret üreten bu zihniyetin; dini ticarete, dünyayı mezbahaya, insanları mücahite döndüren dinden farkı nedir? (Vice versa.)

Mangal dininin kafiri olup ateşte yanma riskini göze alarak, maddeyi bu gariban dinin kutsal kitabının ilk ayetleriyle bitirirken; taze bir din olan Kilgoreyenliğe de bu zorlu macerasında başarılar diliyor, dinler arasında bu sezonun Bursaspor'u olmasını ümit ettiğimizi ifade ediyoruz.


BIBLIA SACRA BARBEQUA

Genesis (Ateşe Düşen İlk Yağ Damlası)

Önce köz vardı!

Ortamda canı sıkılan Mangal Tanrısı döşten köfte yaptı. Sonra da kaburgayı mangal için marine etti. İlkine erkek, ikincisine kadın dedi. Tavuk kanadına ilk başta "Sen bir meleksin!" dese de, sonra hatasını fark etti. Mangal Tanrısı, kendini bağışlayandır.

Sonra onlara dedi ki; ister köfte ister kaburga ister tavuk kanadı olun, hepiniz nazarımda aynısınız, hepiniz 'bir'siniz! Aynı mangalın üstünde cozurdayan mezelersiniz. İşte bu yüzden akıllı olun oğlum, kavga etmeyin; mümkünse birbirinizi sevin! Çünkü gerçek sevgi köftenin köfteyi, kaburganın kaburgayı, kanadın kanadı sevmesi değildir!

Gerçek sevgi, kendi köfteliğini unutup, bir kaburga gibi hissedebilmektir! Gerçek sevgi, bir köfteye banılan ekmeği kendi üzerine bilmektir! Gerçek sevgi, mangal denilen ıssı metalin üzerine konulan ne olursa olsun onu yaktığını, olgunlaştırdığını sezebilmektir!

Düşün hele; o Mangalyapan, bu kadar çeşidi ateşe salmışsa, neden köfteyi kaburgaya ya da tavuk kanadına üstün tutsun? Sizin kıymetiniz, farklı olarak bir arada, odda yanmanızdır.

İşte bu yüzden Hakk'la, hakkıyla pişen bir parçanın, diğerinden bir üstünlüğü yoktur. Sen pişmesini bilirsen, senden olmayanın da pişmesini anlayabilirsin. Hakk öyle bir hardır ki; evrenin her köşesini, turbo fırın adaletiyle kavurur.

Kim kendi içinde, kendini yakan bir alevi reddedebilir ki? Bir başkasının hararetinin, senin alevinden başka bir kaynaktan geldiğine nasıl inanırsın? 'Bir'liğin delilini görmeme delaletini nasıl adalet diye savunursun?

Sen ham bir köfteysen, o mangaldaki kaburganın kızarmamasını sorgulamak senin neyine? Sen hangi delille, pişip olduğuna kanisin de, tavuk kanadının hamlığından dem vuruyorsun? Ya da hangi akla hizmet, aklığının hamlıktan geldiğini görmeden, ateşten nara dönmüşe kara çalışıyorsun?

İştiyakın çağrısı kulaklarını bulandırmışsa, bu demden bir hakikat nasiplenememişsin demektir. Çünkü etleri kavuran hakikatte budur. Bundan yoksunsan mangaldaki etlere laf etme de çayın demlenmesini bekle! Ya da dön de, pervaneyi yakıp hiçliğe karıştıran aleve bir daha bak! Zira iştiyak, ateştir!

Kalabalığın fitnesine kapılıp teşekküle gireceğine, mangalın harında tefekküre gir!

Her kim bu dinden başkalarına bahseder, işte o mangalın yedi kat dibinde soğanlarla beraber cayır cayır yanacaktır!

Ancak her kim ki bu sözün anlamını bilmez, mangal partisini kaçırıp brokoli salatasından medet umar hale gelsin!

Narsisizm




Yunan kökenli Frenkçe
. İsim

- Bir insanın tüm vaktini kendini sevme işine adaması sonucu, yenilikçi ve yaratıcı yöntemler geliştirerek sevi sektöründe çığır açması, bunu yaparken kendisiyle beraber çevresindeki insanların da ağzına sıçması, özseverlik, özünüsevicilik. Örnek: "Caravaggio'nun Narcissus'unda görünen, gerçek ile yansıma arasındaki ideal benlik fikrini, şenlikli olduğu kadar tekinsiz bulduk, di mi Cemil Abi?"


Yunan mitolojisine göre; bütün genç kızların "Ayol, yumurta gibi bir civan!" diyerek andıkları Narkissus (Narkissos), bir gün ormanda geyik avlamaya gider. Bu sırada bir dağ perisi olan Eko (Echo) onu görür, bir bakışta hastası olur. Ancak Hera tarafından "son sözü" söylemeye lanetlendiğinden, sadece Narkissus'un sözlerini taklit edebilir. ("Ses ses bir ki! Eko, eko! Se... se..."). Ardından kendini gösterip delikanlıya yanaşmaya çalışsa da Narkissus ona yüz vermez. Bunun üzerine Eko, Nemesis'e dua eder. 'Hardcore' bir Gönül Abla olan Tanrıça "Sen kendini üzme kızım" diyerek Narkissus'u lanetlese de Eko aşkından ölür. (Söylenceye göre bir uçurumdan aşağı düşer/atlar. Onun ölümünün ardından bütün uçurumlar yamaçlarındaki konuşmaların 'son söz'lerini tekrar edip dururlar.)

Bir gün gölden su içmeye çalışırken kendi yansımasını gören Narkissus, sudaki yakışıklıyı bir başkası zannedip, "Bebeğim, sevmek için tüm hayatım boyunca senin gibi birisini bekledim!" der ve anında ona karşı bir takım hisler beslemeye başlar. Ancak hayatının aşkının aslında kendisi olduğu anlayınca kederden ölür ve bu lanetli aşkı yüzünden cehennemin en dip seviyesine gider. Bir hayalet olarak gelen ve Narkissus'un cansız bedenini gören Eko bu duruma üzülse de, neticede 'son söz'ü söylemiştir. Narkissus'un öldüğü yerde onun adıyla anılacak olan nergis çiçeği filizlenir.

Suyun-öte-yanı mitolojisini yeniden üreten Roma'da bu hikayenin pek çok farklı sürümü vardır. Ancak bu yorumun peşinden gidecek olarsak, anlatılan hikayede karanlıkta kalan pek çok noktanın olduğunu, hikayedeki bazı önemli olayların üstünün örtüldüğünü görürüz.

5.Boyut programının bir sezonda verdiği kıssadan hisseyi konsantre kıvamda beynimize akıtan bu süpersonik heyecan kasırgası her şeyden önce sadece Narkissus'un değil, Eko'nun hikayesidir. Çünkü Narkissus'un -kelimenin tam anlamıyla- makûs talihi aslında Olimpos'un megalomanı olarak arz-ı endam eden Zeus'un Eko'yu kendi suçuna ortak etmesiyle başlar. Bu kendi sesine aşık olacak kadar güzel avazlı peri kızı, Hera'yı çeşitli oyunlarla oyalamak suretiyle Zeus'un onu aldatmasına yardakçılık etmektedir. Kindar bir kaltak olan Hera, bu katakulliyi öğrendiğinde Eko'ya acayip bozulur ve onu hep 'son sözü' söylemekle lanetler. Hali hazırda konuşma engelli bir periye dönüşen Eko'nun, karşılıksız aşktan dolayı okuduğu lanetin Narkissus'a dokunmasında "Be adam, konuşmayan bir kadın bulmuşsun da; ne istiyorsun, belanı mı arıyorsun! Zaten son sözü her koşulda kadın söyler!" düsturunun etkili olduğu söylenebilir.

Bu acı dolu gelişmeleri fişekleyen suçlu aslında Narkissus ve Eko (narsisizm) değil, Zeus'un (megalomani) ta kendisidir! Bu iki genç asla ulaşamayacakları bir aşka düştükleri için heba olurken, hedonist Zeus gününü gün etmeye devam etmiştir.

Narkissus'un cehennemin dibine giderken Eko'nun ise varlığını hayalet olarak sürdürebilmesi ise ikisinin arasındaki yegane farktan kaynaklanır: Eko sesinin güzelliğinden kaynaklanan özseviciliğinden sesini kaybedince kurtulup, bu sevgiyi bir başka varlığa yöneltmeyi başarmıştır. Narkissus ise kendi varlığının kuyusuna düşmüş, kör kuyularda merdivensiz kalmaktan ancak bir başka varlığın aşkıyla kurtulabileceğini anlayamamıştır. Bu yüzden Narkissus ayakta uyuyan, sersem müptezelin teki olarak gaflet ve dalalet içinde, geriye sadece nergis çiçeğini bırakarak gitmiştir.

Nah işte burada şunu diyebiliriz: Narkissus'un, narkoz ve narkotik ile aynı kökten (narke) türemesi çok makuldur: Çünkü Eski Yunanca'da bu kök, sersemle(ş)me, aptallaşma, uyu(ş)ma anlamlarına gelir. Narkissus, kendi benliğiyle narkoza yatmış bir hergeledir. Kendi aksi onu sersemletmiş, aptallaştırmış; gerçeğe karşı uyuşuk hale getirmiştir. Onun laneti aslında hakikati görememektir: Narkotik benliğinin müptelası olmuş, kendi güzelliğinin uyuşmasından aydığı bir anda, arzusunun imkansızlığını keşfetmiştir!

Megalomani (Zeus) ile narsisizm (Narkissus ve Eko) arasındaki farka dair ipucunu yukarıda vermiştik. Bu ayrıma göre megaloman her daim haklı olduğunu düşünen, sorgusuz, hissiz bir despottur; buna karşın narsist, kimi zaman kendini seven kimi zaman da öfkeyle kendini suçlayan ve yargılayan (ancak asıl derdi her zaman kendi benliği olan) bir romantiktir. Bundan dolayı megalomanlar kanaat önderi olurlar, narsistler ise sanatçı... Bundan dolayı megalomanlar asılırlarken, narsistler intihar ederler. Yöneten olmaya yeltenen sanatçıların (Bkz. Bedri Baykam) ya da sanat eserleriyle ortaya çıkan yönetenlerin (Bkz. Kenan Evren) tehlikeli olmalarının nedeni, içine girdikleri rol karmaşasıdır. [Ne Baykam intihar etti, ne de Evren asıldı.]

Bu iki kategorideki insanların ortak yönleri yok mudur? Vardır tabii ki! İşte bu ortak yanlardan bazıları:

1- İlgileniyormuş gibi gözükseler bile başkalarının duygu ve düşüncelerini önemsemezler. Örnek: "Ne? Seni seviyorum mu dedin? E, bu çok doğal! Daha heyecan verici bir haberin var mı?"

2- Nasıl olduklarından ziyade, nasıl göründüklerine önem verirler. Örnek: "Ben Ruhi Bey nasılım?"

3- Her beş kelimelerinden üçünde "ben" vardır. Örnek: "Ben götümdeki et benini benimsedim!"

4- Büyük başarılar için yaratıldıkları ve özel oldukları sanrısını taşırlar. Bu büyüklük kompleksi, benlik iddiasını öyle kuvvetlendirir ki, 1.tekil şahıs yerine sık sık 1.çoğul şahıs(lar)mış gibi konuşurlar. Örnek: "Biz Kafa Yolları Haritası ailesi olarak anladık ki..."

5- Yumurtayı sivri tarafından kırarlar. Örnek: "Sivri bir insanım, toplum beni anlamıyor!"

Megalomaninin cümle alem için hayra yarar bir özelliği olmasa da, dozunda kullanılan narsisizm her bünye için faydalıdır. Çünkü hayatın getirdiği duygusal ve ticari yıkımlardan kurtulmanın ve ayağa kalkmanın en temiz yolu, kişinin kendini sevmesi ve kendine inanmasıdır. Çünkü; başarı, kendini doğrulayan kehanettir (selffulfilinpırofesi). Yediği her darbeden sonra, "Ben bittim lan!" diyen insandan bir cacık olmaz! Kaldı ki, kendini sevmeyen başkasını sevebilir mi? Kendine güvenmeyen, başkasına güvenebilir mi, a dostlar?

Bu ahval ve şerait altında dahi şunu ifade etmek gerekir: Mevzunun bokunu çıkarmayın!

Narkissus, suda kendi aksine aşık olacağı yerde, Narsisttin Hoca gibi kafayı cur'a ile tütsüleyip, arkadaşı Eko (Ekrem) ile girdiği iddia sonucunda göle maya çalmaya çalışsaydı; belki de bu korkunç kadere doğru sürüklenmeyecek; en fazla kafayı bulduğunda yaktığı hayali ormanlardan dolayı hakkında fıkralar üretilen folklorik bir figür olarak anılacaktı.

Fakt Narkissus'u evrensel anlamda acıklı, Narsisttin Hoca'yı yerel anlamda cacıklı yapan ayrım da budur. Kişinin nereye sapacağı, iç dengelerinin dışsal faktörleri ne derecede markaja aldığına bağlıdır. Vatana millete hayırlı olsun!

Madem narsissizm, kendine yönelmiş libidonun yol açtığı cillopumsu bir özsevicilik demek, o zaman bu maddeyi bir Orhan Gencebay şarkısının şizo-narsistik yorumuyla bitirelim.


Ya Evde Yoksam

Aşkımla ne garip hallere düştüm!
Her şeyim tamam da bir bendim noksan!
Yağmur yaş demeden yollara düştüm,
İçim ürperiyor, ya evde yoksam!..

Elbisem gündelik, pabucum delik,
Haberim olsa da sobayı yaksam.
Yağmur iliğime geçti üstelik!
İçim ürperiyor, ya evde yoksam!..

Sarhoşsam kapımı çaldığım anda,
Fahişeler gibi açık saçıksam!
Bir de ufak rakı varsa masamda!
İçim ürperiyor, ya evde yoksam!..

Bakkala gitmeme lüzum kalmasa,
Durumu anlardım takvime baksam!
Allah vere misafirim olmasa,
İçim ürperiyor, ya evde yoksam!..

Kıvırcık marulum vardır inşallah;
Bir salata yapsam, bol limon sıksam.
Benim de iştahım iyi maşallah!
İçim ürperiyor, ya evde yoksam!..

Sabahlara kadar içsem, sevişsem
Ne işe gitsem, ne ayılsam,
Derin bir uykunun dibine düşsem!
İçim ürperiyor, ya evde yoksam!..

Ne kadar üşüdüm, nasıl acıktım!
İlk önce sıcacık banyoya soksam,
Sanırım şu anda denizden çıktım,
İçim ürperiyor, ya evde yoksam!..

Yanlış mı aklımda kalmış acaba!
Muhabbet sokağı numara doksan.
Boşa mı gidecek bu kadar çaba!
İçim ürperiyor, ya evde yoksam!..

Ya yolu kaybettim, ya ben kayboldum!
Ne olur bir yerden karşıma çıksam!
Tepeden tırnağa sırsıklam oldum!
İçim ürperiyor, ya evde yoksam!.
.