Takdim

Arapça.İsim.

1- Tanıtma, tanştırma, bulaştırma, bulaştırdığını karşındakinin suratına doğru tutma ve hatta o surata sürüverme. Kimi zaman cum shot olarak da görüldüğü olmuştur. Örnek: "bayhicitakdimimdir@gmail.com"

2- Sunma, bir şeyi karşılıksız verme, karşılıksız veriyormuş gibi yapıp deveyi hamuduyla götürmeye yeltenme. Örnek: "Takdimden aşağı Kasımpaşa!"

3-Öne alma, öne çekme, öne çekip bırakmama, ölene kadar mokoko. Örnek (Küfürlü) : "Bi' takdim mi görürsün gününü!"

4- 'TAKatsiz DİMağ'ın kısaltılmışı. Örnek: "Yorgunluktan kendini takdim etmeyi unuttu."


Martıboku'nun vefatının ardından yazmayı bırakacağımı zannedip tebrik edenler kadar ağlayanlar, baygınlık geçirenler, evimin önüne bileklerini kesip kanlarıyla "Yazmayı bırakma hiç!" yazanlar da oldu. (Bir ton deterjan parası verdim.)

Onları her ne kadar Martıboku tavrının ve tarzının baygınlık geçirdiğine ve bu yüzden bittiğine ikna etmeye çalışsam da, yeni yazıları görene kadar evin önünden ayrılmayacaklarını söylediler. Ben de mecburen eve aldım kendilerini. Yatak odama on beş kızı nasıl sığdıracağımı bilmiyorum ama, "Hadi yine iyisiniz Sufi vakitlerime denk geldiniz" diyerek bana istedikleri kadar güvenmelerini söyledim. Telkinim işe yaradı mı bilmiyorum ama adın çıkmaya görsün bir kez, insanlara öyle davranmazsan kendilerine küfrediliyormuş gibi bakıyorlar sana.

Neyse, şimdiki olayımız zaten başlıktan da anlaşıldığı gibi gayet açık. His(teri)lerinize tercüman olur mu bilmiyorum ama profil fotosu niyetine koyduğum kafamın içinde görünen dandik makineye takılan kavramları şey edeceğim (bu fiili de ileride açıklayayım). Sözlük mantığından dolayı ana sayfada ancak bir yazı olacak. Kafanıza takılan kavramlar olursa bekler, Mim Kemal Öke ciddiyetiyle açıklamaya çalışırım.

Şimdi, bir yerden yola çıkmak gerek tabii. Bundan dolayı da Martıboku'ndaki son yazıdaki kavramları açıklamak en hayırlısı olur sanırım. Ben de en az senin kadar amneziğim diyenler için son yazı aşağıda:


"TABULA RASA

Saat 4... Az önce bir rüyadan uyandım.

Aşağıdaki yazının blogtaki son yazı olmasını planlamıştım. "Martıboku'ndan dersimi aldım" demiştim. Fakat alınması gereken bir ders daha varmış.

Bir rüya gördüm, yine tuhaf bir rüya. Daha önce gördüğüm tuhaf rüyalar gibi sıkı bir şaplak attı.

Bir ses duydum, görüntüsüz bir ses:

"SANA VERİLMEYECEĞİNİ BİLDİĞİN ŞEYE KARŞI SEN HÜRSÜN, SANA VERİLMESİNİ TAMAH ETTİĞİN ŞEYİN İSE KÖLESİSİN "

Ataullah İskenderani'nin bu sözünü yıllar önce okumuştum ve arada da kullanmıştım.

Ancak körlüğümden görememişim bir süredir. Aklımdan çıkıp gitmiş -ki akılla bilmek ve gönülle kavramak arasındaki fark da bu sanırım!

Rüyamda gözüm açıldı: İnsanın nefsi aklında ya da yüreğinde büyüttüğü şeyi arzular, arzuladıkça daha da büyütür. Bu lafı ilk kez akılla değil gönülle bildim. Rüyamda oldu bu, içime işledi. O küçüldü, yok oldu.

Saat 4... Uyandım, hafiftim. Karanlık tavanı seyrettim: Bomboştu, tek yansıma yoktu. Gülümsedim.

Bu gece rüyamda, tamah ettiğim bir şeyden kurtuldum: Hürüm..."

Hiç yorum yok: