Rumca. Sıfat
- Uyduruk, değersis, kıytırık, kıçıkırık, bibokayaramas, bayağı, kötü, itoğluit, hiç, mınakoduğumununbilgisayarı.
Ösgün hali kıtipiyos olan bu kelime (ki artık hepimis Rumca kelimelerin -s ile bittiğine adımıs gibi eminis), o şahane argomusun unutulmaya yüs tutan güside kelimelerinden biridir. Dikkatli bünyelerden şu iki nokta kaçmamıştır: Rumca olmasa ne argo olurdu, ne de bu kadar çok balık adı!
Türkçe'de elektronik alet edevat isimlerinin Amerikanyalılar'dan yüklendiğini, hukuk terimlerinin Araplar'dan apartıldığı, felsefi kavramların Fransıslar'dan enspire edildiğini biliyorus. Hadi bunlar neyse ne de, üç tarafı denislerle çevrili olan şu cillop memlekete bin yıl önce gelmiş olan ahalinin (ki DNA babında ataları Orta Asya'dan çok, Avrupa ve Ortadoğu kökenlidir) deniscilik terimlerini İtalyanlar'dan cebellesione etmeyi, balık isimlerini Rumlar'dan lüplemeyi, denisanası türlerini İskitler'den öğrenmeyi becermelerine ne demeli?
Yahu,ne biçim insanlarsınıs lan sis? İl arak, dil arak; in arak, din arak! (Hayır, kıymetini bilsen yine bir şey demeyeceğim! [Ama öyle şahane çürüyorsun ki bokunu çıkardın! Her gün daha da cahilleşiyorsun.] Sen kıymetini bilmessen bilen bulunur elbet!) Sonra da çık ortaya, "Orta Asya'dan geldim, bir arkadaşa bakıp çıkacağım!" ayağıyla kurmaca bir kimliği milyonlara dayat, yemeyene de fitil olarak dayayıp, adına da (copun 1 rakamına benzemesinden dolayı) "Milli Birlik" de!
Memlekete sirayet etmiş böyle bir atmosfer içinde, sosyalleşme süreci 4M (Milli Tarih, Milli Coğrafya, Milli Güvenlik, Milli Vanilli) ile geçmiş insanların kıtipiyos gibi güsel bir kelimeyi bilmelerini bekleyemeyis. 80'de büyüyen gençlik 'kıtipiyos'u otus yaşından sonra öğreniyorsa, 3G cep telefonlarının ağına düşmüş, bedbaht, yeni nesil bu kelimeyi nasıl bilsin? (4M > 3G)
Efendim, kıtipiyos, şu üç günlük, sefil yaşantılarımısda karşımısa çıkan, bisden daha sefil şeylere verdiğimis isimdir. Bu öselliğiyle de fisik ilminde bahsi geçen göre(ce)lilik kavramının sosyal ayağını oluşturur. Einstein, bilimselnasreddinhoca olarak, atomik seviyede "dünyanın merkesi"nin göslem(leyi)cinin (obsööörvııır, liki bom bom davn) durduğu yere tekabül ettiğini öğretmişti. Şu atomları boş, adamları nahoş dünyada her göslemcinin merkesinin kendi kişiliği/ egosu / görgüsü olduğu düşünülürse; kıtipiyos, her daim o insanın kendi beğenisinden aşağı gördüğü, ona göre bir basamak altta kalana verdiği sıfat olacaktır! Mesela, senin yılda bir de olsa gitmeye can attığın restoran, ondan daha iyilerini gitmeyi alışkanlık edinen bir başkası için kıtipiyostur. Senin kıtipiyos dediğin ise, bir başkasının açlıktan camına yapıştığı bir lokantadır.
Nöronları arasındaki ilişki limoni olmayan bir insan evladı, bu noktada şu soruyu soracaktır: "Eee, hal böyle iken değerli ile kıtipiyos arasındaki ayrım hangi kıstaslara dayanır?"
Bu konuda bir tek kavrama güvenmemis yeterlidir: Uslaşma!
Uslaşma, farklı bünyelerde barınan 'us'ların bir konu üstünde ortak bir anlayış geliştirmeleridir. Kimi zaman doğal bir aynılık, kimi zaman orta noktada buluşma, kimi zaman da bir 'us'un diğerine teslimiyetiyle gerçekleşen uslaşma, "değer" kavramının ösünde yatan mihenk taşıdır. Çoğu saman, elde edeceğimis "fayda"nın, pek çok bağımsıs değişkene bağlı gerçek etkisini sorgulamadan, uslaşma ile bir karara varırıs. Kaldı ki o "fayda"nın içeriği bile uslaşmaya dayanır.
Kıtipiyal uslaşma; Çukurova yerine Boğaziçi'nde okumayı istemek, göttenbacaklı Fatma/Mehmet yerine tayımsı Ayşe/Ali ile yatağa girmeyi düşlemek, tosbağa model bir Volkswagen yerine otomatik vitesli Volvo'yu tercih etmek, yas tatilinde duvarları soyulan bir pansiyonda uyumak yerine beş yıldıslı bir tatil köyüne gömülmektir. İnsanlar arasındaki temel eğilim, mantıklı bir tercih gibi görünen bir öngörüde yatar: Kıtipiyoz olana karşı değerli/kaliteli olanı benimsemek hayata tat, bünyeye neşe, benliğe parıltı getirecektir!
İnsanlar, Çukurova Üniversitesi'nde tanışacakları Fatma/Mehmet ile tosbağa model bir Volkswagen'e atlayıp, duvarları soyulan bir pansiyonda nasıl muhteşem bir zaman geçireceklerini düşünmesler. Hiç mi hiç akıllarına gelmes, o göttenbacaklının tayımsıdan daha iyi sevişen, aşk dolu bir mahlukat olarak onları daha iyi saracağı! Pansiyonun sağlayacağı hareket ösgürlüğüyle gittikleri beldeyi köşe bucak dolaşacakları ve Fatma/Mehmet ile olan aşklarının daha da pekişeceğini de hesaba katmaslar! Volkswagen su kaynattığı için girmek zorunda oldukları üçüncü sınıf benzin istasyonunda yerel bir feylosofun biricik namelerine muhatap olacaklarını da kestiremesler.
Boğaziçi'nden mesun olup, balayını Ayşe/Ali ile beş yıldızlı tatil köyünde geçirmiş, Volvolu o kadar nevrotik insan var ki; kıtipiyosun tarifini, uslaşmaya dayalı bir mutluluk kavramı üserinden yapmanın güdümlü güdüklüğü, nöronları arasındaki ilişki enseyetokatgöteparmak olan bir varlık nazarında, gün gibi aşikardır.
Mutluluk bir andır adamım, uslaşmaya dayalı bir fayda hayali değil! Hayat -yeminle- güsel sürprislerle dolu lan, akıllı olun! Fakat illa ki, "Ben bu esmerbomba kelimeyi aptalsarışın nedenlerle kullanacağım" diyorsanıs, kıtipiyos bir muhite çöreklenmiş olan KYH Ailesi, sise edecek laf bulamas!
Hadi, bu maddeyi anektodumsu, ösyaşamsalımsı, duygusalımsı bir kısa hikaye ile bitirelim:
"İlk bilgisayarımın markası, Atari 800 XL idi. Hiç unutmam; tuhaf bir 1988 yılıydı, tuhaf bir şekilde 14 yaşındaydım. Çocukluğu bir köyde davar güderek geçmiş olan babamın -güya bir arsayla takas etme derdiyle satın aldığı- Beta kasetli videoyla tanışmamı sağlamasından üç yıl sonraydı. Alaman pornoları ve dublelajlı Amerikan filmleriyle geçen son bir yılın ardından, tüm yalvarmalarım karşılık bulmuş; nihayetinde bir bilgisayara kavuşmuştum. Her ne kadar Atari dergisinden gördüklerimle Basic dilinde program atraksiyonları yapsam da, benim Atarim, gönlüme yer etmiş olan, Commodore 64 kadar iyi değildi! Commodore'da oyunlar hem çok çeşitliydi, hem de daha çabuk yükleniyordu. Üstüne üstlük Atari'nin oyun yükleyen kasetçaları çok çabuk hata veriyordu. Sayaç 200'e (tam da oyunu yüklemeyi bitirmeye) geldiğinde tuhaf bir ses çıkıyor, ekranda "Boot Error" yazısı beliriyordu. İşte o zaman, "Mınakoduğumununbilgisayarı!" diye hiddetleniyordum. Oysa mahalle arkadaşlarım bana gelip, sırf, o Commodore'unkinden aşağı olan, kötü oyunları oynamak için türlü yalakalıklar yapıyorlardı. Eve 1990 yılında, 286 işlemcili, monokrom ekranlı ilk PC girene kadar Atari'yle takıldım. O yıl Atari yüklüğe kaldırıldı. Ancak derdim bitmemişti; monokrom ekran kartı pek çok oyunu açmıyordu. "VGA Emulator" denilen bir programı çalıştırdığımda, sınırlı da olsa oyunları oynayabiliyordum. Emülatörle geçen iki yılın ardından üniversiteye gittim ve bir daha bilgisayarı 1995 yılında -bir yurt laboratuarında, UNIX'te "chat" yapmak için- görebildim. Fakat durum çok da acıklı değildi tabii; 1999'da yeniden bilgisayarım oldu. Devir, 4 KB'lık internet devriydi; bilgisayarım ICQ'yu açsa da yeni oyunları takılarak oynatıyordu. Çalıkmaya yeni başladığım iş yerimdeki bilgisayar ise içler acısıydı. 2003'te işten ayrılmadan önce aldığım son maaşla topladığım bilgisayar sadece bir yıl güncel kalsa da, masterı bitirmek için çalışmak yerine oyun oynamama olanak tanıdı. Şu an elimde olan ise, 2003'te aldığım nane mortu çekince iş yerinden bana verilen, eski bir bilgisayar: Oyunları da, 'browser'ı da açarken bin defa düşünüyor, hergele! Kısaca, şu ana kadar sahip olduğum tüm bilgisayarlar, mınakoduğumununbilgisayarı oldu. Oyunları çalıştırmadılari hep sorun çıkardılar. Fakat, şimdi, düşününce anlıyorum ki hepsi de farklı bilgisayar dillerini öğrenmek ve meseleyi derinlemesine çalışmak için yeterliydi. İnsan bir şeyi değiştirmek istesin, bir yeniliği öğrenmek ve ileri götürmek istesin; ona ne engel olabilir ki? İşte bundan dolayı mınakoduğumununbilgisayarları mı kıtipiyostu, yoksa ben mi kıtipiyosum, bilemiyorum..."