Rüya

Arapça. İsim

1- Uyurken zihnin altında, üstünde, sağında ve solunda beliren görüntülerin, olayların, düşüncelerin, oyunların, dümenlerin bütünü, düş. Örnek: "Rüyamda düşe düşe, Tuba ağacının en üst dalına kadar yükseldiğimi gördüm."

2- Mecaz. Gerçek ol(a)mayan şey, imge, hayal. Örnek: "Aşk, insan kendini uyanık zannederken onu kandıran bir rüyadır. Bundandır ki ondan uyanışın ardından insan kendini ahmak gibi hisseder."

3- Emmeli gömmeli mecaz. Gerçekleşmesi istenen şey, umut. Örnek: "Sen ne kadar dalga geçersen geç, Caponların trip atmayan kadın üreteceklerine dair inancım sürüyor Cemil abi!"

4- Manyaklık. Haddini aşan bir kadın adı. Örnek: "İnsanların çocuklarına Rüya, Zeki, Deha, Muhteşem, Harika, Fantastiş, Ohşş gibi isimler koymalarının altında 'yeminle bunu ben yaptım' gibi kısıtlı ve dar çaplı bir megalomaninin yattığına yönelik ciddi iddialar bulunmaktadır."


Size, "bir zamanlar sırf rüya görmek için uyurdum" desem, aranızdan bir kaç kişi çıkıp, "eee ne var bunda hacı?" diye yanıt verse; ben de, "ulan keranacı, günde 11-12 saat uyuyordum ortalama ve neredeyse tüm öykülerimi gördüğüm rüyalardan yola çıkarak yazdım" desem; ama hayta, "aaa sen öykü de mi yazıyordun, bilmiyordum" diyerek saf saf sırıtsa; ben de o sırada belimde bulduğum kırkbeşliği çıkarıp, "yer misin yemez misin" demek suretiyle böğrüne böğrüne saydırsam; dallama yere düşende içimi birden bir korku sarmaya başlasa ve "lan ne bok yedim ben, şimdi polisler peşimi bırakmaz, ahanda kararttım bir hıyar uğruna misss gibi, cillop gibi hayatımı!" desem de tam bu sırada uyanırversem de hepsinin bir rüya olduğunu anlasam; kaybettiğimi sandığım cüzdanı montun başka bir cebinde bulmuş gibi sevinmez miyim sevgili karabasancılar?

Bence sevinirim. Zira rüyalar, cüzdanınızı -dalgınlıkla(!)- montun alıştığınız cebine değil de başka bir cebine tıkıştırmak gibidir. İlk anda işlerin ters gittiğini düşünüp üçbuçuk atarsınız. Sonra beyin bakar ki kalp atışları hızlanmış, tansiyon artmış, kısaca mevzu sakata sarıyor, "kalk la! şaka şaka oğlum! bak geberip gidecen adam yerine sayacaklar!" edasıyla sizi uyandırıverir. Cüzdanı öteki cepte bulup (bulduktan sonra öteki cebe koyduğunuzu hatırlayıp) rahatlarsınız.

Peki ne mi olmuştur? Beyninizin bazı bölgeleri, bilinci oluşturan cognition(bilişsellik) olmadan ayağa kalkmış, kısaca arkanızdan iş çevirmiştir. Aslında cüzdanı öteki cebe koyan sizin bile isteye emir verdiğiniz eliniz olmamıştır. İçinizdeki bir yerin, sizin emriniz olmadan elinizi yöneterek cüzdanın yerini değiştirdiği fikri benlik denilen kurmacaya vurulan en büyük darbe değildir de nedir pek sevilesi ortak-bilinç-dışı-muzdaripleri?

İşte insanlık tarihinin karanlık(!) zamanlarından bu yana, rüya denilen tuhaflığın ne olduğu hakkında düşünmemizin nedeni de budur: Rüyalar (en keyiflisi bile) insan aklının zayıflığını ve kontrolsüzlüğünü göstermesi açısından korkunçtur! Zira o imgeleri yaratanın, içimizde durduğu halde bilinçli olarak sirayet ve işgal edemediğimiz bir bölge oluşu kadar, o bataklıkta zor durumda kaldığımızda da bizi kurtaranın beynimizdeki bilinçsiz bir koruma şalteri olduğu gerçeği, "ben, ben ve ben" diye dolaşan şerefsiz insan nesli için kocaman bir şaplaktır.

İlkel olarak adlandırılan insanların inandığı animizm (şamanizm, paganizm, şintoizm ve panteizmi içinde barındıran şemsiye bir kavramdır bu), rüyayı doğadaki çeşitli ruhlarla kurulan özel bir iletişim türü olarak görüp ona ruhani bir değer atfetmişlerdir. Bu saçma ve karışık imgeler, insanlığın açıklayamadığı ve açıklayamadıkça kudurduğu, birbirleriyle bağlantılı en büyük iki gizemin çözümünü verirler: Gelecekte günlerde ne olacak? Öldükten sonra ne olacak?

Rüya tabiri olarak anılan külliyatların amacı, karışık, iç içe geçmiş, saçma birer şifre olarak gelen bu imgeleri yorumlayıp geleceğe dair ön görülerde bulunmaktır. Bununla bağlantılı olarak rüya, kimi zaman ruhun bedenden ayrılıp öte alemde dolaşması, kimi zamansa öte alemde olanların ziyarete gelişleridir. Rüyanızda ölmüş dedenizi görmüş iseniz, bu o ruhun sizi çok özlediği için yanına çağırdığı ya da size verecek bir mesajı olduğu için bu şekilde karşınıza çıktığı anlamına gelir. Bu yorumuyla rüyayı, uykuda aracılığıyla ruhlar aleminde online olmak şeklinde düşünsek kim bizi durdurabilir pek kıymetli ruhu şad olasıcalar?

Değişik toplumlarda, öyle ya da böyle, birbirine yakın olan bu anlayışın yıkılması Freud'un bilinçaltı kuramıyla gerçekleşir. Zira Freud'a göre rüyalar, bilinçaltına atarak bastırdığımız duyguların, isteklerin, korkuların bilinç vitesi boşa düştüğünde ortaya çıkmalarından ibarettir. Böylelikle bünyenin gazı alınıp, normal toplumsal ilişkileri sürdürmesi mümkün olabilir. Kafadan çatlaklar içinse rüyalar, aynen bir detektiflik romanındaki gibi, iyi bir şekilde yorumlanıp çatlağın yerinin tespitine yarayan ipuçlarıdır.

Oysa Freud'dan yaklaşık yedi yüzyıl önce Şeyh Bedreddin, Vâridât isimli eserinde (İslamcılar Şeyh Bedreddin'in Sünni kökene sahip ciddi bir İslam hukukçusu olduğunu ve bu eserin onun olmadığını iddia etseler de), düşleri çoğu zaman günlük olayların insan zihninde bıraktığı tortular olarak açıklar ki bu yaklaşım dönemin dünya anlayışına tamamen terstir.

"Bazı kimseler uykularında Resuli Ekrem'i görürler. Ve müşahade ettikleri suretin gerçekten Peygamberin sureti olduğunu sanırlar. Halbuki rüya sahibinin gördüğü şey yine kendisidir. O günlerde herhangi bir sebepten dolayı Peygamberle ilgilendiğinden kendi ruhu Resül'ün kıyafetine girerek uykuda kendisine görünmüştür. Uyuyan kişinin rüya âleminde gördüğü sair suretler de hep bu kabildendir.

Bir adam uyanıklık halinde her kiminle ilgilenir veya hangi şey ile uğraşırsa, uyku halinde iken ruhu alâkalandığı kimsenin veya şeyin suretine girer ve kendisine görünür. Mâna âleminde bazen de kendi durumu rüya sahibine ayan olur.
"(Şeyh Bedreddin, Bezmi Nusret Kaygusuz, İleri Yayınları, 2005)

Şeyh Bedreddin, rüyada Muhammed'i görmeyi panteistik bir yaklaşımın akılcılıkla birleştiği bu bakış açısıyla yorumlar. Ancak bu yaklaşım, panteizmin ilkel halinden oldukça farklı olduğu gibi, Sünni İslam'ın "Rüyada beni görmüşseniz gördüğünüz benimdir, çünkü şeytan benim suretime giremez" meâlindeki hadisinden de ayrılır.

Sözün özü, rüyaların ister ruhlar âlemine yapılan bir yolculuk, ister ipi gevşemiş beynin cüzdanın yerini değiştirmesi, isterse bunların her ikisi birden olduğuna inanın; rüya, algısal olarak uzlaştığımız ve toplumsal olarak alıştığımız gerçekliğin geçici olarak kırıldığı anlardan birisidir. Ya da tam tersi, gerçeklik dediğimiz aslında külliyen içine gömüldüğümüz kaotik ve belirsiz imgeler evreninin bir anlığına durulduğu, geçici bir dengenin ve uzlaşmanın mümkün olduğu bir kırılmadır. Gerçeklik, bütün insanların hissettiği o akışkan deliliğin üst üste bindiği ve her şeyin sabit ve kontrol altında durduğu yanılgısını yarattığı bir an olabilir.

Tüm bunlar bir yana, rüya kelimesinin Türkçe karşılığının düşünmek fiilinin kökü olması sizi de tuhaf ürpertilere itmiyor mu aziz düşlemciler? Peki ya düşün, aynı zamanda, düşmek fiilinin emir kipi oluşuna ne diyeceksiniz? Ha!

Siz buna bir şey demiyorsanız, izninizle Pervane mahlasıyla bilinen Tarsuslu Âşık Sıtkı Baba'nın söylediği, Ali Ekber Çiçek'in Haydar Haydar adıyla derlediği türküye bir göz atmanızı rica edeceğim. Ben de bu esnada bulaşıkları yıkayayım.(Düş ve düşünce dünyasına uçuşun ardından, hayatın gerçeklerine düşmekten kurtulabilmek oldukça düşük bir ihtimale sahip.)


Nura Düş Oldum

Çatılmadan yerin göğün binası
Muallâkta iki nura düş oldum
Birisi Muhammed birisi Ali
Lahmike lahmi de bire düş oldum

Ezdi aşkın şerbetini hoş etti
Birisi doldurdu biri nuş etti
İkisi bir derya olup cuş etti
Lâl ü mercan inci dür’e düş oldum

Ol derya yüzünde gezdim bir zaman
Yoruldu kanadım dedim el’aman
Erişti carıma bir ulu sultan
Şehinşah bakışlı ere düş oldum

Açtı nikabını ol ulu sultan
Yüzünde yeşil ben göründü nişan
Kaf u nun suresin okudum o an
Arş-Kürs binasında yâre düş oldum

Ben Âdem’den evvel çok geldim gittim
Yağmur olup yağdım ot olup bittim
Bülbül olup Firdevs bağında öttüm
Bir zaman gül için hara düş oldum

Âdem ile balçık olup ezildim
Bir noktada dört hurufa yazıldım
Âdem’e can olup Sit’e süzüldüm
Muhabbet şehrinde kâra düş oldum

Mecnun olup Leyla için dolandım
Buldum mahbubumu inandım kandım
Gılmanlar elinden hulle donandım
Dostun visalinde nâra düş oldum

On dört yıl dolandım Pervane’likte
Sıtkı ismin buldum divanelikte
Sundular aşk meyin mestanelikte
Kırkların ceminde dara düş oldum

SITKI’yam çok şükür didare erdim
Aşkın pazarında hak yola girdim
Gerçek âşıklara çok meta verdim
Şimdi Hacı Bektaş Pir’e düş oldum

7 yorum:

Adsız dedi ki...

künse bi hafta rüya görmek istemiyorum. zira bir haftadır Grange romanlarından fırlamış seri rüyalar görüyorum. pestil gibi uyanıyorum sonra. rüyalara müdahale etme olayı çocukluktan beri vardı son bi haftada bu konuda da uzmanlaştım. pek sevgili blog sahibi nedir bu rüyalara müdahale etme olayının özü?

Adsız dedi ki...

lucid dreaming'e sıçradık mı acaba?

hiç dedi ki...

ilk "isimsiz" kardeşim; rüyalara müdahale mevzunu bilemeyeceğim ama alttaki adaşın lucid dreaming filan diyerek yarı uyanık halde, çevreyle ilişki halinde görülen rüyalara bir giriş yapmak üzereymiş. grange tipi şeyler görüyorsan ciddi bir paranoya vakası olmaya doğru gidiyorsun demektir. ama rüyasına müdahale eden bizden değildir! rüyaya müdahale edeceğine git hayal kur kuzum ya!

ikinci "isimsiz" arkadaş, lucid dreaming dedikleri bir kaç köşkle bir kaç huri... beynin aktivasyonunun arttığı ve çevresel koşulları yorumladığı ya da kendi rüyasının rüya olduğunun farkına vardığı durumlar var. sanırım şu alfa beta ot bok beyin dalgaları arasındaki geçişle ilgili. ama nasıl olsa uyanmaya yakın oluyor bunlar.. ona sıçradığımız an rüyamız bitecek demektir. sıçrayalım mı?

Adsız dedi ki...

hayali yönetmek ile rüyayı yönetmenin nasıl aynı durum olduğunu düşünebiliriz ki? hayalgücü ve bilinçaltı aynı şeydir demek midir bu? sizin başlattığınız bir hayali sürdürmekle, dış etkenlere bağlı bir rüyayı yönetmenin arasındaki farkı tadalım ondan sonra tarışalım sevgili hiç.

(rumuz: endülüs yakutu)

hiç dedi ki...

pek muhterem endülüs yakutu hanfendi,
sizi rumuzundan tanıdım, çok bir tartışıcı insansınız :))

hayali yönetmek (normal şartlar altında) rüyayı yönetmek tabii ki farklıdır. hayali yönetmek denizde bir gemi kullanmak ise, rüyayı yönetmek azgın bir nehirde akıntıya karşı kürek çekmektir.

fakat söylediğim şu idi: yahu her şeyi yönetme merakına kapılmış insan evladı neden bir kez olsun yönetmeden akmanın tadını yaşamıyor da, rüyaları da yönetmeye kasıyor? ondan dolayı demiş idim, bırakın rüyayı yönetmeyi de rüyanızda çağlayana doğru akıverin. nasıl olsa oraya ulaşamadan uyandırılacaksınız.

sağlıcakla E.Y. hanfendi.

Adsız dedi ki...

merhaba,
en son gördüğünüz rüya nedir?
Bir cebinizden çıkarıp, diğer cebinize koyduğunuz rüya:=)

hiç dedi ki...

Sizce de müstehcen bir soru değil mi bu? (Son gördüğüm rüya değil, sorunun kendisi :))

Merak ediyorsanız e-mail adresinizi verin son yazdığım öyküyü yollayayım. (Rüyalarımı öykülerde anlatıyorum demiştim zira.)