Ordu

 


Türk malı. İsim

1- Bir devletin elinde avucunda olan silahlı kuvvetlerin tümü ya da başlıca bölümlerinden biri. Örnek: " Saat 09:00'da batı cephesindeki ana kapıda bulunan bir gedikten binaya dalan turist ordusu, geceden bu yana kuşatma altında tuttukları müzede bulunan resim ve heykelleri kısa süre içinde talan etti. Manzara korkunçtu: Kimileri resimlerin önünde sanattan anlarmış gibi uzun uzun bekliyor, kimileri heykellerle özçekim yapıyordu. Elbette müzenin mağazası da bu acımasız ordunun istilasından nasibini alacaktı."

2-
 Amaç, nitelik vb. yönlerden birbirlerine benzeyen ve genellikle belirli bir yere doğru akan kalabalık topluluk. Örnek: "Ordular ilk hedefiniz, Akdeniz Beach!"


Türkçenin en eski sözcüklerinden olan ordu, genel anlamıyla, bir hayvan türünün barındığı yere denir. Arının kovanına, sıçanın kovuğuna, gelinciğin oyuğuna verilen bu ad, zamanla "başbuğun otağı”na ve “sultanın sarayı”na evrilse de kastedilen savaşçı göçebelerin toplandıkları kamplar olarak kalmıştır.
 
Hiçbir anlamsal kayış sözlükte durduğu gibi durmadığından, kavram kayarken, etrafındaki malzemeyi de yanında sürükler. Sefere çıkmayı kaçıran askerler için konum at oğlum özelliğini kaybeden ordu, o yere check-in yapan insan grubunu tanımlamaya başlamış. Bunun tarihteki en şirincek örneklerinden birisi ise Pakistan’ın resmi dili olan ve adını Türkçe “ordu”dan aldığı söylenen Urducanın, Hindistan’ı fethe girişen "Müslüman askerlerin kampında konuşulan dil" olduğunun iddia edilmesidir.
 
Neticede ur gibi yayılan anlam, orduyu hem mesleki bir uğraşın hem meslek erbabının hem de o uğraşın icra edildiği işyerinin adı haline getirmiştir. Başta padişah, han, sultan, emir adları altında bir CEO’nun bulunduğu bu işletme, kar etmeye başladıkça; binbaşı ve yüzbaşı gibi orta kademe yöneticilerden onbaşı ve er gibi formen ve düşük vasıflı işçilere uzanan katı bir hiyerarşik yapılanmadan geçmiştir. Eski Türkçede yaraklı kuvvetler denilen işgücünün oluşturduğu, bir kaç numunelik örgütlenme dışında kadınların kapısından giremediği bu geçim kapısının üzerineyse "Hacı hayat çok kısa, değmez tarım ticaret gibi uğraşa" düsturu yazılmıştır.

Çalışanına performans değerlendirmesi yapan bir askeri CEO

Nitekim, bu göçebe savaşçıların mesaisi, sabahın erken saatlerinde yaraklarıyla obadan çıkıp tarım ve ticaretle zenginleşen şehirlerin artı değerlerini yağmalamak üzerine kuruluydu. 21 bin kilometrelik Çin Seddi’nin ekmek teknelerine ket vurmasıyla uzun süreli iş gezileri için batıya yönelen bu gruplar, şirket içi ihtilaflardan dolayı pek çok girişimi batırdılar. Ancak kurdukları iki büyük çokuluslu şirketle bin yıl kadar daha, ekseriya haraçla yaşamayı sürdürdüler.  Ordudan türeyen İngilizce "horde" kelimesinin kökünde, büyük dedelerimizin ve onların Moğol kuzenlerinin yarattıkları talan korkusu yine de şahlanıyordu aman. 
 
Peki, army'den farklılaşıp bugün "örgütlenmemiş, hareket halindeki güruh"a evrilmiş olan horde, ahlaksız Batı'nın "doğulu barbarlar"ın ordusunu bozmak için giriştiği arkaik bir algı yönetimi değildir de nedir, a başıbozukların torunları!

Bu nedenledir ki; bir Ecnebi'nin karga, sivrisinek, çekirge sürülerini kastederek "horde" dediğini duyarsanız damarlarınızda akan asil trombositlerden güç alıp, "Bre gavurun dölü, sen kim köpek, benim şanlı ceddimle dil uzatıyorsun!" diyerek okkalı bir Osmanlı tokadı çakabilirsiniz.
 
Osmanlı'nın deli ocağı süvarisi
 
Zira, kimsenin sizin büyük büyük dedeleriniz ya da onların padişahları hakkındaki algılarınızla oynanıp görüntüyü bozma hakkı yoktur. Çünkü siz imparatorluğu bile şanıyla batıran Yüce Hakanların, son demde İngiliz zırhlısına kahramanca binerek emperyalistlere haddini bildiren Padişahların tebaasısınız. Sıkıca yapışmanız gereken bu kavram, TSE (Türk Sünni Erkek) standartlarının billurlaştığı TSK'nın (Türk Silahlı Kuvvetleri) profilinde yazan "Her :) Türk :) Asker :) Doğar :)" sloganının gizli öznesidir. Bu prinzipi kavrayan her asker, zincirin en tepesindeki sultandan, reisten, büyük komutandan, milli şeften, süprem liderden gelen emri sorgusuzca yerine getirir; öncekileri de sitayişle yad edip (laikse) heykelini diker, (faikse) tuğrasını arabasının arka camına yapıştırır.
 
Asker dediğin bağımsız biliminsanı, sanatçı, mühendis, mimar, işçi değildir. Boşalan safları sıklaştırması gerektiğini bildiğinden üretmez, ama ürer. Yine de üretim ilişkileri içinde aldığı tatmin, mesleğe yabancılaşmış bir işçininkinden fazladır. Sadece maaş almakla kalmaz, savaşa giderken dopamininden endorfinine adrenalinine bilcümle hormonun tatlışlığını iliklerinde hisseder; başarılı olursa sağlam bir primi (yağma, tecavüz, hakaret etme özgürlüğü vb) artı hanesine yazar. 
 
Asker üşümez, açıkmaz, mızıklanmaz. Çünkü beyinsiz bir organdır. Buna inanmıyorsanız kelimenin İngilizce dengi olan army'ye bakın. Army, Latince armata'dan (silahlı) gelir. Daha ilginci, kol anlamına gelen arm'ın kökeninin (her ne kadar proto-Cermen dilinde armaz'dan geldiği söylense de) Latince armus (omuz) ve Eski Yunanca ar- (iki şeyin birbirine uyumla geçmesi, arthon - eklem) kökü arasında bir bağlantının da olmasıdır.

Asker, yarağını sever. Devresine bile onun adıyla hitap eder

Bu beyinsiz kol, "Vur" denince vurur, "sev" denince okşar. Haksız da sayılmaz; çünkü bu organizasyonun asıl gövdesi mantığın bittiği yerden başlar. "Ordu'nun dereleri yukarı akılacak.Ak!" dendiğinde dereler bile yukarı akar. Alaturka helaya tersten oturup hacet gidebilmeyi becerebilen bu organ, başıboş bırakmaya gelmez. Bunun için her lambanın üzerine "Lüzumsuzsa söndür" yazmak zaruridir. 
 
Ancak bu şuursuzluk onun için faydalıdır: Kararı kendisi vermediğinden sorumluluk taşımaz. (Bkz. Milgram deneyi ve Stanford hapishane deneyi.) Hannah Arendt'in kötülüğün sıradanlığı ile aktardığı bu olgu, aslında "organ"a dönen beyinsiz organizmanın bedel ödemeden kötülük yapma özgürlüğünü simgeler. Bu bedelsizlik, işler kötü giderse sorumluluğun amirlere atılması gibi yasal mevzuatın ötesinde, vicdani seviyede de çalışır. İlahi ve dünyevi tüm sistemlerin yasakları, belirli bir grubu kapsayacak şekilde uydurulmuştur. İnanılan tanrının ya da yüksek mahkemenin çift tablete kazınmış buyrukları, size bir başkasını öldürmeniz emredilen noktada çatır çatır çatlar. Mesela; "Pardon, ben Yehova Şahidi'yim, savaşamam" demeye kalktığınızda, "Hacı sen yanlış anladııın. Yehova 'Öldürmeyeceksin' derken Bİ-Zİ öldürmeyeceksin diyordu, diğerlerini öldürebilirsin" yanıtıyla karşılaşabilirsiniz. 
 
E, neticede savaşlar, soykırımlar, pogromlar, sürgünler olmadan bir başkasının mallarına nasıl çökülür, a her usulsüzlüğe şaşıran küçük burjuva tvitçileri sizi! "Bir daha darbe kalkışması olursa hepinizi öldüreceğiz" ya da "Şeriat gelsin de cehapelilerin karıları karılarımız olsun" diyen dinibütünbozuğunuzyokmuabiler, toplumsal sözleşmenin garantörlüğü yaptığı için her vatandaşa (teoride) eşit mesafede duran ve diğer vatandaşları da bu mesafeye zorlayan hukuk devletinin eksikliğinden türerler. Ama zaten sizin böyle bir devletiniz hiç olmadı ki! Bırakın o ideal devleti, kör topal giden eh-değil-işte bir devlet inşa etmek için bile, kitlelerin etleri tırnaklarıyla mücadele etmesi gerekir. Mevzu o değil, güya bok biliyorsunuz da, çekici elinde tutanın sizi çivi olarak görmesine neden şaşırıyorsunuz?
 
Düşmana korku, dosta fesüphanallah salan birlikler

Şaşırmayın. Mazallah bu felaketler olur da kapınıza yukarıdaki paramiliter zebra ve akbaba birlikleri dayanırsa "Geçende bir gavur dölü horde morde diyordu tokadı çakıverdim" diyerek bu maddeyi anlatın. Kelimeişehadet getirdikten sonra proaktif bir hamleyle "Ee kimin evini basıyoruz şimdi?" diyerek üzerinize evdeki herhangi bir hayvanın postunu alıp onlarla birlikte çıkarsanız bu badireyi kazasız atlatırsınız.
 
Vikinglerin de kanaviçelerine Allah ve Ali adlarını işleyerek müselman sayıldıkları günümüzde, kapanış şarkımız Led Zeppelin'den gelsin: İmamınamının Şarkısı. Çeviriden endişe duyan hassas Anglofon dalyaraklar için ahanda orijinali burada.

Allaalla Allaaaa Allaalla Allaaaa!

Sizin gibi plaj bebesi değiliz.
Buzlu karlı yerlerden geldik koçum
Gece yarısı güneşini bilmezsin, 
Götyakan kaplıcaları da.
Rabbimizin tokmağıyız,
Yeni memleketlere süreceğiz gemileri.
Orduyuz hacı biz, 
Savaşırken türkü söyleyip çığıran.
Bekle lan, geliyorum!

Haydi kürekçi asıl küreklere.
Batı'nın ahlaksız kıyıları imana gelsin.

Allaalla Allaaaa Allaalla Allaaaa!

Buzlu karlı yerlerden geldik koçum
Gece yarısı güneşini bilmezsin, 
Götyakan kaplıcaları da.
Tenin nasıl da yumuşak, yaşın kaç?
Boynuz hikayelerini bilir misin?
Sen direnmezsen cihat yumuşar.
Elhamdülillah efendiniziz.

Haydi kürekçi asıl küreklere.
Batı'nın ahlaksız kıyıları imana gelsin.
Düşmanlarımızı sikecez (çünkü günah yazmıyor) 



Hiç yorum yok: