Kaygı

Türk malı. İsim.

1- Üzüntü, endişe duyulan düşünce, tasa veya tasa tasarısı. Örnek: "Algı alınan şey ise, kaygı da kayılan şey olmalı di mi Cemil abi?"

2- Psikoloji. Kayıverme korkusu, bu korkunun insana kayması, kaygan öfke veya endişe. Örnek: "Bir kaygı bozukluğu olan panik atak, kanımca, en aklıselim varoluş biçimidir."

3- Felsefe. Varoluşu didikleyen, kaplayan, kendi kapsama alanı içine alıp kedinin fareyle oynadığı gibi mıncıklayan, esasında bize ölümlülüğümüzü (dolayısıyla insan olduğumuzu) hatırlatan şerefsiz bir arkadaş. Örnek: "Sanatçılara, kendilerinin bile tanımlayamadıkları yaratma güdüsünü veren ve onları fişekleyen nedenlerden birisi de kaygıdır."

4- Halk dilinde. Ispanak, patates, şeftali, lor peyniri vb. malzemelerle yapılan bir tür börek. Örnek: "Yiğenim geh otur hele bi'. Yingen de şincik gaygı yapdıydı, daze daze yiyive'."


Ecnebilerin anxiety diye adlandırdıkları meseleyi Responsive Health sitesi, şüpheye mahal bırakmadan, cillop gibi açıklıyor. Tercemesi şöyledir:

"Kaygı, bilişsel (cognitive), bedensel, duygusal ve davranışsal bileşenleri olan fizyolojik bir hâldir. Bu bileşenler öfke, korku, kuruntu ya da endişe olarak tanımladığımız duyguları yaratır. Bu fizyolojik tepkinin bilişsel tarafı, kesin bir tehlike beklentisini ortaya koyar. Bedende ise bu tehlikeye karşı koymak için kan basıncının ve kalp atışının yükselmesi, terleme, ana kas gruplarına giden kan akışının artması, bağışıklık ve sindirim sisteminin devre dışı kalması, renk atması, titreme, göz bebeklerinin küçülmesi gibi değişiklikler gözlenir. Duygusal olarak panik hissi hâkimdir -ki bu da baş dönmesi, mide bulantısı ve ürperme gibi sonuçlar doğurur. Davranışsal olarak, istemli ya da istemsiz bir şekilde kaygı kaynağından sakınmak ya da kaçmak eylemleri ortaya çıkar. Ne var ki kaygı her zaman marazdan ya da uyumsuzluktan kaynaklanmaz; korku, öfke, üzüntü ve hatta mutluluk gibi duygularla beraber gelir ve hayatta kalma konusunda çok önemli bir işleve sahiptir."

Yukarıdaki tanımdan yola çıkan Ruhsal Denyoluklar El Kitabı kaygıdan doğan marazları beşe ayırıyor:

* Genel Kaygı Bozuklukları
* Obsesif - Kompülsif Bozukluk
* Panik Bozukluğu
* Travma Sonrası Stres Bozukluğu
* Sosyal Fobi (ya da Sosyal Kaygı Bozukluğu)

Bu temel tanımı yavan ve avam bulduysanız, kaygının neden diğer duygularla beraber ortaya çıktığı sorusunun yanıtını meseleye felsefi bir boyut kazandırarak yanıtlayan Rollo May'i dinleyin derim: "Anksiyete, zevk alma ya da üzüntü gibi diğer duygulanım şekillerinden farklıdır. Çevresel bir tehdit olmayıp, insanın varoluşunun merkezine olan bir tehdittir."

Doğal olarak mevzuyu tıp doktorlarından alıp feylesofların eline verdikçe iş daha da karışıyor muhterem denyolar! Keza Kierkegaard hazretleri “Anksiyete özgürlüğün baş dönmesidir” buyurmuştur. Freud'a göre (aslen tıp doktoru olsa da, sureten ne bok olduğu belli değil) kaygı, insanın benliğindeki çatışmadan doğar. Heidegger'e göre ise kaygı, kaçınılması gereken marazi bir durum değil, bize insanlığımızın ne olduğunu söyleyen varlıkbilimsel bir akıştır (free floating anxiety).

Sözün özü, psikolojinin yukarıdaki tanımıyla felsefenin yorumladığı kaygı birbirlerinden farklıdır. Bunlardan ilki basit bir korku motifi etrafında örülür: Tehlikeye karşı bir tepkidir, belirli bir tehdit karşısında oluşur, geçicidir, tehditin ulaşabileceğiyle sınırlıdır, "savaş ya da sıvış" kararı vererek baş edilebilir. Ancak varoluşa dair kaygı özgürce akar, makul bir kaynağı ya da nedeni yoktur, süreklidir, bütün varlığımıza dokunur, psikolojik yöntemler dahil olmak üzere onu yenmek için yapılabilecek bir şey yoktur -sadece bazı araçlarla geçici boşluklar yaratılabilir.

Modern toplum, insanları psikolojinin alanına giren kaygıdan kurtulmak için psikiyatriyi ve sakinleştiri ilaçları icat etti; felsefenin alanına giren kaygıdan kurtarmak içinse televizyonu, pornoyu, pop müziği ve sanal sohbet odalarını... Böylece hepimiz aynı frekansta geviş getiren öküzgillere dönüşüp bütün kredi kartlarına başvuran, bütün hiper alışveriş merkezlerini dolaşan süper tüketiciler; hamasi politik söylemleri salak bir sırıtışla takip eden vergi mükellefleri ve seçmenler olabiliriz.

Kaygı duyduğunuz vakitler gerçekten de kötü vakitler midir ey kaygılı abdallar? Bir düşünün hele; aşık olduğunuzu gümbürdeyen kalbinizle fark ettiğinizde, işten çıkarıldığınızda hissettiğiniz kırıklıkla, karanlık bir sokakta ardınızdaki ayak seslerinin yaklaştığını şah damarınızın şaha kalkmasıyla anladığınızda, tali yoldan çıkan bir arabanın sizin aracınıza çarpma anındaki anlık gerginlikte kaygı hep yanınızdaydı. Bunlardan zarar görme korkusunu içinizde hissettiğiniz anlar, aslında hayata en dolaysız şekilde bağlandığınız ve onun her bir parçasını tüm hücrelerinizle hissettiğiniz zamanlar değil miydi? Tüm benliğinizle hayata tutunmadınız mı? İnanın hayatın özüne bundan daha fazla yaklaşabileceğiniz bir durum yoktur!

Bundan kelli, ey ahali, anksiyetene sahip çık! Nevrozunu koru! Obsesyonlarının kıymetini bil!


Bu maddenin anlam ve önemini Kaygusuz Abdal'ın konuya dair bir şiiriyle bitirsek; cehennem korkusuyla endişeden endişeye, korkudan korkuya koşar mısınız sizi gidi Vudiellınlar?

Yücelerden yüce gördüm erbabsın sen koca Tanrı
Alim okur kelam ile sen okursun hece Tanrı

Erliği ile anılır filan oğlu filan deyü
Anan yoktur atan yoktur sen benzersin piçe Tanrı

Kıldan köprü yaratmışsın gelsin kulum geçsün deyü
Hele biz şöyle duralım yiğit isen geç e Tanrı

Garib kulun yaratmışsın derde mihnete katmışsın
Anı aleme atmışsın sen çıkmışsın uca Tanrı

Kaygusuz Abdal yaradan gel içegör şu cur'adan
Kaldır perdeyi aradan gezelim bilece Tanrı

2 yorum:

Adsız dedi ki...

yazılar arasındaki zaman uzayınca kaygılanmaya başlamıştım bu kaygı başlığı kaygılarımın yersiz olduğunu anlamam konusunda bana pek yardımcı oldu.

lili

Adsız dedi ki...

kaygısıyla kulakları ve ensesi alev alev yanan (dışarıdan da al al görünüyor zaten) ve "ne kaygısı bu?", "panik atak mı", "özgürlük batması mı", "değersizlikten çıldırasıya tırsmak mı", "ben ne olacağım delisi mi" diye varoluş soruları soran bana iyi geldi bu yazı. Dönüp dönüp okusam, bu iyi etkiye alışır mıyım...

e.