Türkçe. İsim.
1- Kendi iradesiyle yaptığı bir işten ya da istemsizce bir sürecin parçası olmasından dolayı belli bir yerin dışına sürülmüş kişi, bu eylemin kendisi ve hatta cezalandırılanın yaşamaya başladığı yeni yer. Örnek: "Sürgün olmuş gidiyorsun / Bana veda ediyorsun / Ağlama diyorsun / Ağlamamak elde değil!"
2- Bir bitkinin gövdesinden ya da o bitkinin biat ettiği topraktan çıkan filiz. Örnek: "Bu sene fideler iyi sürgün verdi di mi be, Yoldaş Cugaşvili!"
3- Halk arasında cır cır olmak, motoru bozmak, ötürmek, iç sürmek, amel olmak gibi yaratıcı ifadelerle tanımlanan boşaltım vukuatı, ishal. Örnek: "Cevat Şakir 3 yıllık sürgün cezasının yarısını Bodrum'da, diğer yarısını İstanbul'da çekti. Bodrum'dan İstanbul'a nasıl sağ salim gelebildiği ise günümüz tarihçileri için gizemini hala koruyor."
Sürgün, statükoya yan bakmak suretiyle tehdit oluşturan insan(lar)a, iktidarda olduğu için kendini ülkenin sahibi zannedenler tarafından, "Oğlum sen Almanya'ya git!" lafı eşliğinde verilen "boşaltma emri"dir. Ancak bu durumda yerleştiği yerden ayrılmak zorunda kalan kişi, "Evin de damı akıyordu zaten!" demez; aksine kaybettiği o eve daha çok bağlanır; apartmanın diğer sakinlerine, onu krallar gibi karşılayacak kalabalık eşliğinde, dönüşünün ihtişamını göstermenin yollarını arar. (Bu durum SSK hastanesinde sürgün yaşamaya gönderilen ördekler için geçerli değildir. Onlar şaşalı bir dönüşten çoktan ümidi kesmişlerdir.)
Bu gibi durumlarda kültürümüzün derinliklerinde yatan bilinçdışı bir kabulün ortaya çıkması muhtemeldir. Zira atalarımızın atalarından öğrendiği ve bize öğrettiği, posası çıkana kadar özümsenmiş bilgi, 15.yy'a ait Osmanlı ok yay takımının üstünde kendini gösterir: "Ok gibi doğru olursan yabana atarlar seni / Yay gibi eğri olursan elde tutarlar seni / Ok gibi doğru olursan menzil alırsın / Yay gibi eğri olursan elde kalırsın"
Tarih boyunca sürgün,idam edilemeyecek seviyede korunaklı mahkumlara verilen bir ceza olmuştur. Bazı prensleri, şehzadeleri, politikacıları ve sanatçıları kellelerini kaybetmekten kurtaran, böylesi bir infazın yaratacağı tepkiden doğan çekincedir. (Fakat bu muhterem kişilikleri hapse atmakta bir beis görmedikleri için, kendi çabalarıyla yurt dışına, bir nevi seçmeli sürgüne gidenlerin sayısı da bir hayli fazladır.) Bundan dolayı Osmanlılar Tanzimat Fermanı'nı yazana, bilemedin Avrupa Birliği kriterleri zorlayana kadar idamdan taviz vermemiş; bu kurumsallaşmış linç kültürünün yılmaz kal'ası olmuştur! Biz, güç elimizdeyken kıl olduklarımızı sağa sola sürmektense, defterlerini kısa yoldan dürmekten yanayız, hacı! Zaten sürgün, delikanlı adamı bozar... Ha kendi olanaklarıyla kaçarsa o başka!
Bizim dillerde hal böyleyken; sürgün kelimesi, Avrupa'ya exile şeklinde sığınmıştır. Latince exilium kelimesinden türeyen bu kelimenin kadim bacanağı ise, exire'den filizlendirilen, Latince'de "adam çıkıyor lan hacı" anlamına gelen exit kelimesidir. Günümüzde gençliğin diline iki türlü bulaşmış olan "ex" ise, tüm bu fırlamalığın köküdür. Ex (eks), ekşimiş eski sevgilileri tanımlamak için olduğu kadar, güldürürken düşündürmeyen, uyarırken uyuşturan 'ecstasy'yi kısa yoldan ifade etmek için de kullanılır. Bu kullanımların ilki tıp dilinde, "taze ölmüş hasta" anlamına gelirken; ikinci kullanım, Yunanca "kendi benliğinin sınırlarını aşarak vecd ülkesinin bilinçsiz topraklarına iltica etme" halini ifşa eden 'ekstasis'ten türetilmiştir.
Öte yandan, Batı'nın her zaman Uzakdoğu'da sürgünün yanlış anlaşıldığına dair haklı endişeleri olmuştur. Bu endişeler, sürgün denilen nanenin Japonya'da Milano Moda Haftası'na katılmak olduğu zannının artmasıyla ciddi boyutlara ulaşmıştır.
(Foto: Japonya'nın bizim-oğlan-da-arkadaşlarıyla- şarkı-söylüyor grubu Exile, Japonların sürgün algısı konusunda uygar dünyayı endişeye gark ederken. )
Sözün özü, Kopenhag Kriterleri'ne göre sürgün olan kişi sahneden in(diril)miş; iktidarla ilişiği kesilmiştir. Ancak cillop Türkçemizde durum biraz farklıdır. Sürgün kelimesinin kökeni olan sürmek, pek çok anlamının yanı sıra, herhangi bir durum içinde olmak, piyasaya çıkarmak, olmaya devam etmek, zaman almak gibi anlamları da taşır. Yani, Türkçe sürgüne gönderilmiş insanın işi bitmemiştir; aksine yeni başlamaktadır!
Alın Halikarnas Balıkçısı'nı, (metaforik anlamda) vurun Nazım Hikmet'e!
Eğer Cevat Şakir, İstiklal Mahkemesi Başkanı, Cellat lakaplı Ali Çetinkaya'nın idam isteğine Kılıç Ali'nin, "Bu çocuk temiz de çevresi kötü! Asmayalım da besleyelim bu çocuğu, hatta Bodrum'a gönderelim yahu!" diye karşı çıkması sonucu Bodrum'a sürülmese; Halikarnas Balıkçısı olur muydu? Her ne kadar idamlarıyla ünlü İstiklal Mahkemeleri burada tur operatörü postuna bürünmüş olsa da; Halikarnas Balıkçısı en güzel balıklarını burada tutmuş; en güzel şiirlerini burada yazmış; en güzel diskosunu burada açmıştır!
Netekim, Nazım Hikmet Ran'ı, Nazım yapan da, hapiste geçirdiği yılların ardından askere çağrılıp orada öldürüleceği endişesiyle Sovyetler Birliği'ne kaçması ve burada varlığını saran vatan özlemini şiire dökmesiydi. Sürgün olmasaydı, belki de Nazım'ı Nazım yapan aşkın memleket hali'ni böylesine bilemeyecek; Nazım'ı da "Eh iyi bir şairmiş işte!" diye anacaktık.
Tabii ki tarih boyunca her sürgün yeri Bodrum gibi değildi. Nazım'ın SSCB'den memnuniyetsizliği yaratan dönemin Sovyet lideri Cugaşvili'nin uygulamalarından birisi, Parti'nin kıl kaptığı açık / gizli emperyalizm yandaşlarını Gulag adı verilen çalışma kamplarına sürüyordu. Bu kampların en gözde mekanları, bir kış sporları cenneti olan Sibirya'da bulunuyordu. Buradaki kamplara katılan, şehir hayatının keşmekeşinden bıkmış sürgünler, çiftlik işlerinde çalışıyorlar; donmuş inekten süt sağarak ve bilumum maden işinde çalışarak komünist dünyayı kalkındırma misyonunu yerine getiriyorlardı. (Ancak Soljenitsin adındaki bir hergelenin yazdığı, yalan dolanlarla dolu bir kitap yüzünden aksi bir imaj oluştu; komünizm bir süre insan içine çıkamadı. Adından utan be adam, içinde "sol" var bir de! Oysa kankim Cugaşvili sizin iyiliğinizi düşünüyordu!)
Yukarıdaki örneklerde de göreceğimiz üzere sürgün, maşuğun kaybı anlamına geldiği durumlarda, yaratıcılığı ve mücadele isteğini azdıran bir yaradır. Kendi köklerinden koparılıp uzağa fırlatılanlar menzil alırlar ve yeteri kadar bir dirençle varlıklarını sürdürmeyi başarabilirlerse, hayatta kalma konusunda yerleşik kalanlara göre daha becerikli hale gelirler. Bundan dolayı sürgünün teklisi şairin içli edebiyatına, çoklusu ise diasporanın öfkeli kalayına olanak verir.
Sürgün için en çok tercih edilen yurtdışı destinasyonu ılımlı solcular için Fransa, ateşten sağcılar için Almanya, ısınmış ve soğumuş radikaller için İsveç'tir. Doğu Bloku yıkılmadan önce Polonya'ya ya da Çekoslovakya'ya iltica eden solculara pek rastlanmadığı gibi, Arabistan ya da İran'a kaçan dindarlar da sıkça karşımıza çıkmazlar. Mesela bugün bile "ahlak elden gidiyor" diye çığrınmayı sürdüren, kadim provokatör Mehmet Şevki Eygi bile, 60'larda bir mahkumiyet kararından dolayı kaçtığı Arabistan'a sadece 6 ay dayanabilmiş, ardından soluğu Âlâ-manya'da almıştır. (N'oldu babuş, yemedi mi?)
KYH Ailesi olarak, sürgüne gidilecek yer konusunda Jamaika'yı tercih edeceğimizi söylemekte bir sakınca görmüyoruz. Çünkü Jamaika iklim babında da (yazları sıcak ve nemli, kışları da sıcak ve nemli), insan kalitesi babında da şahane bir beldedir: Devlet daireleri dahil olmak üzere her yer yeşildir; insanlar yeşil giyerler, yeşil yer yeşil içerler, doğal olarak da yeşil sıçarlar. Aynı zamanda, ülkedeki renk körü oranı dünya ortalamasının üzerindedir.
(Foto: Jamaika Göçmenlik Bürosu'nca yapılan seviye belirleme ve yerleştirme sınavı sorusu.Yukarıdaki fotoda sizce baskın renk hangisidir? Doğru yanıt, yeşil olacak. )
Tüm bu coğrafi yer değişikliğinin yanı sıra; bir de sürgünün romantik ve ağlak bir anlamı daha vardır, ama söylesek söylemesek mi diye hala tartışıyoruz!
- Söyleyelim be Cemil Abi, ben çok seviyorum bu metaforik göndermeleri!
- Bunlar ne biçim diller lan? Metaforik falan?
- Niye eziyorsun beni şimdi?
- Oğlum, ağlak edebiyatının pezevenk babasıdır lan, bu sürgün kelimesi! Anası da "gönderme"dir! Sistem hatasını merkeze göndereyim mi?" uyarısıdır oğlum bu edebiyat türü! Doğal seleksiyona selektör yapan bir hergeledir!
- Öyle deme be abi, yararlı kullanımları da var!
- Allah seni nasıl bilirse öyle etsin Danyal!
- Yazacağız di mi abi?
- İyi tamam, girelim hadi!
Günümüzün çok taraftar bulan dinlerinin hepsinin temelinde, dünyanın bir sürgün yeri olduğu fikri yatar. İnsanlar, asıl vatanları olan Cennet'ten kovulmuşlar, bu sürgünden geriye muzaffer şekilde dönmenin yollarını gösteren kurallara uymaya başlamışlardır. Onların ardından gelen Aydınlanma'yı takiben bu cennetten kovulma kavramı, ana rahminden çıkmakla yer değiştirmiş gözükse de aslında tam tersi bir okuma daha akla yatkındır: İnsanlar onları her kötülükten esirgeyen ve bağışlayan ana rahminden çıkıp dünyanın pisliğine bulaşmayı, dinsel mitler aracılığıyla metatorik bir imgeye (büyük bir anlamı ve kocaman bir göndermesi olması bakımından torik) kodlamışlardır.
Heidegger bu sürgünü, "dünyaya fırlatılmışlık" olarak kurgularken; Varoluşçular işin bokunu çıkarmış, "Kah fırlatırım dünyayı kendime, seyreylerim alemi/ Kah fırlatırım kendimi dünyaya, seyreder alem beni" deme cüretini göstermişlerdir.
Ardından yaşanan gelişmeler, sevgilileri tarafından terk edilen duygusal şairlerin, yar koynundan uzakta olmayı sürgün belledikleri -kısmen akrostişli- şiirleri ortaya çıkarsa da; sürgün, yaratıcılığı kışkırtması ve insana verdiği motivasyonun biricikliği açısından önemlidir. Mesela; 1 nümerolu maddede bir kuple örnek verilmiş olan Cengiz Kurtoğlu şarkısında olduğu gibi, Türk Sanat Müziği'ne ya da onun bozulmuş türevlerine ait olan pek çok şarkı sözünde, ana kavramı çaktırmadan sürgün ile değiştirmek mümkündür.
Ancak böyle dalaverelere dalmadan, damardan konuya girelim; Muazzez Abacı sayesinde bilinen ve sözlerinde "cennet" ve "sürgün" kelimelerini yanyana kullanmaktan çekinmeyecek kadar cesur bir şarkıyla bitirelim porogramımızı.
Müslüm Baba'nın BBD adlı albümünde Olsun ile Çok Yalnızım arasında yer alan Vurgun, tüm sevenler ve sevildiğini zannedenler için geliyor:
(Katkılarından ötürü, http://www.kralmuslumcu.com'a teşekkür ediyoruz.)
6 yorum:
Baskın renk bariz kırmızı ...
Bu yanıtla Jamaika'ya iltica hakkını kaybettiniz, Sayın Adsız. Zira biz Jamaikalılar, şunu biliyoruz ki; fotoğrafta bariz bir şekilde yeşil egemenliği var.
Jamaikalılar sizin renk körü olduğunuzu biliyorlar mı acaba ? KYH olarak egzotik ülke arayışına devam etmenizi öneriyoruz.
Jamaika İstanbul Fahri Konsolosluğu'nun adresinin "Cumhuriyet Cad. No: 283 Harbiye- İstanbul" olması, bu ülkeye sığınma konusundaki güvencemizi ortaya koyacaktır.
Sayın Konsolos'la, "Elimizde falçata hey aman!" şarkısını söyleyerek her gece Elmadağ sokaklarına akıyoruz.
Velhasıl-ı kelam, Jamaika'ya gelmek isterseniz, sizi de aramızda görmekten büyük bir mutluluk duyarız.
Konsolos pek tanıdık geldi :))
Elmadağlı Elmadağlı'ya benzer! :)
Yorum Gönder