Söbü
Türk malı. Sıfat
- Yamuk, eğri, basık, çarpık, sivri, oval, kaba. Örnek: "Okumalılar yerine resimli blogları tercih eden arkadaşlar için, söbü maddesine bir görselle başladık."
TDK'mızın Türkiye Türkçesi Ağızları Sözlüğü'nde nah şöyle yer verdiği söbü, güzide memeleketimizin taş gibi taşralarında dil üstünde kaydırılan, basenlerde yaydırılan cillopesk bir kelimedir. Şekil olarak 'yuvarlak'a yakın durur. Ancak teknik olarak söbü, bir dairenin (birbirlerine paralel olacak şekilde teğet geçen iki noktadan bastırılarak) yamultulması sonucu oluşturulur. Neticede, bu teğet çizgileriyle dik açı yaparak kesişen iki noktada, yuvarlağı bozan anarşik sivrileşmeler görülür.
Fabrikada üretilirken makinenin anlık dangozluğu sonucu -ya da bir ihtimal toptancı kamyonuyla mahalle bakkalına gelirken en altta kaldığı için- yamulan plastik toplar söbünün en güzel kullanımlarından biridir. Bu söbü toplar, sen düzgün vurduğunu zannetsen de, ayağını çoklu odak noktalarının tam ortasına denk getiremezsen, kendi kafalarına göre bir yerelere uçar giderler. Fakat, zayıf bir malzemeden yapıldıklarından, her gece balkonda habara hobara okey oynamalarına kıl olduğun İğrenç Ayşe Teyzegiller'in camını bile kıramazlar!
Bir de söbü kafalar vardır ki, genelde acemi babaların o buruşuk, mor varlıkla ilk karşılaşmalarında ecel terleri dökerek; "Bu arkadaş hep böyle mi kalacak?" türünden salak sorular sormalarına yol açar. Oysa her kafa aslında söbüdür, söbü kalacaktır! Yeni doğmuş bebeklerin dünyadışı bir uygarlıktan postalandıkları hissini uyandıran aşırı söbülükleri, genellikle dış dünyaya uyum sağlayıp, anyayı konyayı anlamaya başlamalarıyla azalır.
Yukarıdaki iki örnekten de anlaşılacağı üzere, söbü hoşa giden bir şekilde değildir. Bu geometriye haiz bir nesne gördüğümüzde, sanki işler bir yerde ters gitmiş de, olması gereken mükemmel durumdan sapılmış duygusuna kapılırız.
Söbü, yusyuvarlacık bir idealden sapma; sözde bombastik bir diyardaki hödölödür!
Bu yüzden bakkaldan plastik top seçilirken önce havada döndürülür, dengesizse alınmaz; basık kafalı çocuklar okulda Cilalı Sivilce Devri'nin öznefretiyle donatılmış arkadaşlarının testis oğlanı olurlar; Rıza'nın muz ortası kıvamındaki memeler "Oh schön!" olsun diye sorgusuz estetik cerrahlara teslim edilirler. [Sadece Kırkağaç kavunu sözkonusu olduğunda (kelimenin düz anlamıyla kavun), "İlla ki yuvarlağını alalım!" denmez.]
Peki hal böyleyken "en büyük söbü"nün üzerinde yaşıyor olmamıza ne diyeceğiz, pek muhterem Galileoseverler?
Hepimize liseye kadar, "Dünya yuvarlaktır" yalanının atılmasını, Kafa Yolları Haritası Ailesi olarak içimize sindiremiyoruz! Çünkü biliyoruz ki; bize bu yalanı sıkan zihniyet, "Elmanın öteki yarısını aramalısın", "Altın oran vardır", "Göğüslerine silikon taktırırsan daha seksi olursun", "Çok istersen olur", "Bu hayatta sömürülmeye ses çıkarmazsan, karma sana oral seks yapacak", yalanlarını atanla aynı zihniyettir! Bir tür hakikati saklama, eğrileri düzgün gösterme, sündürerek uzatma, sünmüşleri gerdirme taktiği; bizi bu söbü dünya üzerindeki yanlışların aslında var olmadığına ikna etmeye çalışır.
Bu gerçeğe aymadığımız sürece de, bütün bir hayatımız, neden-sonuç ilişkisini "by-pass" ederek (her anlatı gibi suni olan) bir üst-anlatının içinde geçip gider. "Dünya söbü dostlar, ben söbü olmuşum çok mu?" felsefesinin iç huzurunu yakalamış insan evladı bulunsa da; çoğumuz evrenin varlığımıza (hislerimize, düşüncelerimize ve bunlardan türeyen oluşlarımıza) kayıtsız olduğu gerçeğini kabullenmek istemeyiz; tutarlı olmasa da filintamsı, ultrasütbeyazı anlamlara ihtiyaç duyarız. Neticede de, fabrikasyon ya da ev imalatı fark etmez, bunları elde edip içselleştiririz.(Senin sosyalleşmen bir melekti yavrucuğum!)
Bu söylemleri reddetmeyi denersek ne mi olur? Bakalım:
Elmanın öteki yarısı palavradır! İnsanların beklentileri ve arzuları zamanla değişir. Bundan dolayı aşk denilen yanılsama, beraber ihtiyarlamış nadir çiftler dışında kırılma eğilimindedir. Belki de insan doğası gereği çokeşlidir ha?
Altın oran yoktur! Evrenin fiziksel ve kimyasal dinamikleri, ancak rastlantısallıkla şekillenen neden-sonuç ilişkisiyle belirlenir. Matematik delisi bir yaratıcı, pekala insanların kuruntusu olabilir.
Göğüslerine silikon taktırmakla daha seksi olmayacaksın! En fazla daha şişkin olursunuz. Bir kadının seksepalitesini belirleyen, süt dönemi takıntısı olan erkekler dışında, göğüslerinin şekli ya da onları ne kadar gösterdiği değildir.
Çok istesen de olmaz! Bir şeyi elde etmek istemekle değil, insanı o amaca götürecek araçları edinip kullanmakla ilgilidir. Toplumsal ve ekonomik ilişkilerin külliyen asimetrik olduğu bir dünyada, muhtemelen başkalarının çıkarlarıyla çelişen o isteği (en masumane haliyle bile olsa) koşulları kontrol etmeye yönelik bir takım oyunlar tertiplemeden erişebileceğini iddia eden varsa, seve seve pisti ona bırakabiliriz.
Bu hayatta sömürülmeye ses çıkarmazsan, karma sana oral seks filan yapmayacak! İçinde büyüdüğün oligarşik toplum daha da semirecek, zengin daha da zengin olacak. Evren neden değişik hayatlardaki (-)'lerle (+)'ları toplayıp nihayetinde sıfıra ulaşmaya gayret etsin ki?
Dünya üzerinde düzeltmeye çaba sarf etmemiz gereken (olumsuz anlamda kullanılmayı hak eden) en büyük söbülüğü, kendiliğinden yuvarlanması için bir sonraki hayata bırakarak bu maddeden dağılıyoruz sevgili okurlar.
Söbülükle kalın, söbü kalın!
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
3 yorum:
Demek 'rastlantısallıkla şekillenen neden sonuç ilişkisi' ha! Hehehe! Ne içiyorsun Harun bilmiyorum ki. Aslında biliyorum, Efes şişe, ben de ondan içiyorum ama böyle topluklar nasip olmuyor bana. Hehehe!
Bunu ayık kafayla yazdım Alperciğim!
Sana ne tür toplukların nasip olduğunu bilemeyeceğim, ama bu türe "yaratıcılık" deniyor! Ne kadar Efes içersen iç ortaya çıkmayabilir :))
Yaratıcıkta rastlantısallıkla olmaz mı hiç? Sonsuz maymun teoremi diye bişey var, matematiksel olarakta ispatı var. Tabi sonsuz zaman dilimi içerisinde geçerli. Dünya yaşamıyla olursa salvia içmek daha aydınlatıcı olabilir. Bide şişenin üstüne oturulursa nasip olunması istenilen duruma ulaşılabilinir :)
Yorum Gönder