Balık

I

- Göt bilimi. Zodyak üzerinde Kova ile Koç arasında yer alan takımyıldızının ve bu takım taklavatın temsil ettiği ağlak, zırlak, duygusal ama bencil olmakla tanınan burcun adı. Örnek:"Hiçbir şeyden çekmedi dünyada / Balık burcundan çektiği kadar / Hatta çirkin yaratıldığından bile / O kadar müteessir değildi..."


II

- "Hayvan!" bilimi. Kılçıklılar familyasından, suda yaşayan, solungaçla nefes aldığı zannedilmesine rağmen bu işi götüyle yapan ve cillop gibi yumurtadan üreyen, türüne göre mangala da buğulamaya da gelen hayvanların genel adı. Örnek:"İnan, Elmadağ'a taşındığımdan bu yanan balık rakı yapamıyorum Cemil abi, çok mağdurum!"


Tamam bütün yiyecekler güzeldir, hoştur, faydalıdır, süperdir. Ancak herkesin yemekten büyük keyif aldığı, "olmazsa olmaz" dediği bir takım keyif besinleri vardır ki onlarla sofrada muhatap olurken faydalarını ya da zararlarını düşünmeyiz. Çünkü onlarla aramızda özel bir tür gönül ilişkisi vardır. Bana yemek yapmayı planlamadığınız sürece sizi ilgilendirmese de, benim En Cillop 5 Yiyecek listem şöyle: Balık, zeytinyağı, kekik, yoğurt, patlıcan (şakşuka hali hariç). Şimdi içinizde zeytinyağı ve kekiği yiyecekten saymayan sivrikafalılar çıkabilir; onlara sadece, "kalbinizi kırdırmayın!" diyeceğim.

Aynı cins balığa boyuna göre bin adet isim verilmesi, bu memlekete Rumlardan miras kalan güzelliklerinden (zira Türkçe olarak bildiğimizi sandığımız balık isimlerinin %90'ı Rumca'dır) birisidir; çünkü Türkler, denizlerde çoğalan bu pre-historik varlıklara bile "derya kuzusu" ismini takarak Orta Asya'nın bozkırlarından gelen bozlak özlemlerini gidermeye bakarlar. Kısaca bu ülkenin ahalisi, genel olarak, balıktan bir bok anlamaz sayın çekbiurfacılar!

Oysa balık tavaya da gelir, mangala da gelir, fırına da gelir... Siz hangi balığı nereye, nasıl çağırmanız gerektiğini bilin, yüze yüze gelirler. Böyle de alık varlıklardır balıklar! Kimi zaman bir lokmaya tamahlarından dolayı, kimi zamansa o kocaman ağlara olan körlüklerinden dolayı yakalanıp tavaya, mangala, fırına oturuverirler.

Balık deyince akla gelen içeceklerden ilki rakıdır. İşin doğrusu rakı, balık denmeden de akla gelen bir içecektir. Sözgelimi, "martı" deseniz aklına rakı gelecek tanıdıklarım var, ne kadar enteresan değil mi? Ancak balık - rakı güzel bir ikilidir. Ne var ki bu şerefsizler birbirleriyle yetinmez her zaman bir orjiye özlem duyarlar: Roka, salata, deniz börülcesi, midye dolma, kalamar, ahpapot salatası, vs. vs.

Balıklarla ilgili önemli noktalardan birisi de, tatlı su ve deniz balıkları arasındaki farktır muhterem mobydickler! Tatlı su balığı, denizde yaşayamaz; deniz balığı ise tatlı suda... Tatlı su balığı tatsızdır, yavandır, tadı tavuktan ayırt edilemez, üstelik bol kılçıklıdır. Oysa deniz balığı, "kendi planktonumu kendim yaptım" dercesine özgür ama beş santimlik aralıkları olan ağa yakalanırcasına salaktır. Ancak bazı insanlar nedense denizde bulduklarını tatlı suların sığlığına atıp yaşatmak isterler. Ve ellerine geçen sadece ölü bir deniz balığı olur. Hayat ne tuhaf amına koyayım, ailecek şaşırıyor ve -bu edepsiz blogtan dolayı- bazen utanıyoruz yeminle!

Bu maddenin sonuna gelirken, içimizden bir ses bu blogun da sonuna yaklaşmakta olduğumuzu söylüyor aziz okuyucular, Rabbim hayırlara vesile etsin. "Göllerde kamış" olmak isteyen Ahmet Haşim'e Orhan Veli'nin verdiği, en az ilki kadar fallik, yanıtla bu maddeyi de bitiriyoruz:


Eskiler alıyorum,
Alıp yıldız yapıyorum.
Musiki ruhun gıdasıdır,
Musikiye bayılıyorum.

Şiir yazıyorum.
Şiir yazıp eskiler alıyorum,
Eskiler verip musikiler alıyorum.

Bir de rakı şişesinde balık olsam!

Hiç yorum yok: