Möble

Fransızca. İsim

-Oturulan, yemek yenilen, çalışılan, yatılan yerlerin döşenmesine yarayan taşınabilir eşyaya verilen genel ad. Örnek: "İçimizden bir arkadaşın yazdığı Möbleli Kiralik Daire şiirini blogun sonunda bulacaksınız. Sakın kaçırmayın!"


Fransızca maskülen meuble (hareket edebilir) gelen möble aynı zamanda -bu dilde- gevşek toprak, yumuşak kaya anlamlarına da geliyor. Fakat bu kelimeye İtalyanlar feminen mobilia ile yanıt veriyorlar. Onun da kökeni aslında Latince mobilis'ten (hareketli, değişken, aktif, hızlı)geliyor.

Oysa İngilizler, Fransızca fournir kökünden(sağlamak, üretmek, donatmak) gelen fourniture kelimesini; faydalı ve işe yarar araç (arkaik kullanımda süslü koşum takımı) olarak domaltarak elde ettikleri furniture, furnishing ifadelerini kullanırlar. Bunlar, Arapça meşrufat'ın karşılıklarıdır. Türkçe'de döşeme sözcüğüne denk düşerler ki döşemenin de döşek ile bağlantısı çok açıktır.

Şimdi bu karışık dizilimi özetleyecek olursak: Möble, Latince hareket etmek fiilinden türemiştir. Kullanımı neolitik döneme kadar gitse de, Romalıların buna hareket edebilen demesindeki hikmet, ahalide sürekli cırcıra yol açan, koskoca taş kütlelerin yerini taşınabilir biçimlerin almasıdır. Ardından Fransızların elinde şekillenen möbleye Britanya Kraliyet Ailesi de 16.yy'dan sonra katkıda bulunmuşlar ama halk, süslü koşum takımı sözünü duyunca kütüklerin üstünde oturmakta ısrar etmiştir. Bundan dolayı dünyada İtalyan ve Fransız möble akımları hala revaçtadır ve İngilizler hala kütüklerin üstünde otururlar. Bu esnada İsveçliler, zincir mobilya mağazaları kurup buralarda İsveç sosuna bulanmış köfte satmanın hain planlarını yapıyorlardı.

Bizim taraflara gelince karşılaştığımız, Arap kültürünün etkisiyle uzun süreler kullanılan mefruşat kelimesidir ki çöl çadırda yaşayan Arapların, möbleden anladıklarının perde ve cibinlik olması kaçınılmazdır. 70'li ve 80'li yılları bilenler, etraf Zırtapoz Home Design mağazalarıyla dolmadan önce perde, yorgan, yastık kumaşları satan Kanaat Mefruşat tabelalı dükkanların ne kadar fazla olduğunu hatırlayacaklardır.
Zaten 80'lerden sonra Arap etkinlik alanının yerine İngilizcecilik furyasının nasıl geldiğine hepimiz tanıklık ettik.

Türklerin möble anlayışının ise döşek ile sınırlı olması anlaşılırdır. Ancak bünyemizin kavramakta zorlanacağı gerçek, Ortaasya bozkırlarından yola çıkan bu insanların, imparatorluk kıvamına gelip Türk rokokosunu yaratırken gazozlarına hangi hainin ilaç attığıdır!

Eski Türkçe'de töşek olarak geçen sözcüğün kökenine dair süper şahane bir arama tarama yapmış olmamıza karşın ikna edici bir çözüm bulamadık. KYH'deki bütün çalışanlar olarak her çarşamba akşamı yaptığımız, "Döşeğin muhtemel kökeni döş olabilir mi?" toplantıları genellikle herkesin sarhoş olup birbirine girmesiyle bittiğinden net bir sonuca ulaşamadık. Ancak tartışmaları kısaca aktarmak gerekirse aramızda 4 ana fraksiyon ortaya çıktı. Ortada bir uzlaşma olmadığından hepsinin görüşlerini burada sergilemek istiyoruz, karar size kalmış.


1) Döş kelimesi Farsça olup omuz anlamına gelir ve döşekle uzaktan yakından ilgisi yoktur. Döşek, Eski Türkçe töşemek fiilinden türemiştir.Sevanyan'ın Etimoloji Sözlüğü bu konuyu açıklar.

Ancak bunlar da sonra ikiye ayrıldılar:

a) Döşemek aynen düzmek (Örn. "Oğlum Sıtkı için son zamanlarda epeyce temiz ev eşyası düzdü diyorlar."- M. Ş. Esendal.) gibi çift anlamdan yola çıkar.

b)
'Töşemek aslında fiil değil, isimdir (Ekmek gibi). Göktürkler, tasarladıkları ilk möble kreasyonuna töşemekadını vermişlerdir. Bunun delili de Orhun Yazıtları'ndaki "Türük Oguz begleri, budun eşiding. Üze tengri basmasar, asra töşemek kırılmasar, Türük budun, ilingin törüngin kim artatı udaçı erti?" ifadesidir. (Günümüz Türkçesi ile: "Türk Oğuz beyleri, ulusu işitin; üstte gök basmasa, altta möble delinmese, Türk ulusu, ilini töreni kim bozabilecekti ?")

2) Döşeme sözcüğünün kökeni olan döş, özbeöz Türkçe'dir. Zira Anadolu'nun Türkmen ve Yörük yerleşimlerinin yoğun olduğu bölgelerde sıklıkla kullanıldığı gibi, Türki dillerin konuşulduğu Ortaasya'da hala töş ifadesi göğüs, karın anlamlarına gelir. Kısaca çıkardığımız sonuç; Türklerin yüzüstü uyumayı tercih ettikleri ve bu yüzden döşlerini koydukları yere döşek dedikleridir. Bundan dolayı ki üzerine döşümüzü koyup döşekte uyuduğumuz gördüğümüz imgelere düş deriz.


Yukarıdaki birbirinden tutarlı ve bilimsel iddiaların hangisine inanırsınız bilmiyoruz. Ancak şu haberin (nah burada) bize gösterdiği üzere Türk insanının möbleyle kurduğu ilişki öyle ya da böyle döşek düzleminde devam etme eğilimdedir.

Bu yazıyı da tamamlarken size içimizden bir arkadaşın (yukarıda anmadığımız 4.fraksiyonun tek üyesi) şiiriyle veda etmek istiyoruz.


Möbleli Kiralık Daire

Etiler'de
Güvenlikli sitede
Kaloriferli balkonlu
Möbleli daire
Çok temiz!
Fakat mimarisi dikdörtgen olduğu halde
Ona neden daire deriz?

Tahterevalli


Farsça (Bir ihtimal). İsim

TDK’dan, noktasına virgülüne dokunmadan.

- İki ucuna birer kişi oturup karşılıklı olarak havada yükselip inerek eğlenmeyi sağlayan, ortasından bir yere dayalı tahta veya metal araç, çöğüncek: "Küçükken tahterevalliye binmişsinizdir. İki ucundan biri inince öbürü kalkan bu nesne yalnız tahtadan olmaz."- N. Hikmet.


Şu ana kadar olan çalışmalarımızda ilk kez TDK'nın bir kelimenin kökenine dair açıklama yapamadığını görüyoruz pek sayın götütahterevallidedayereçarpmışzedeler!

Hakkı Devrim'e göre, tahterevalli kelimesinin Farsça taht-ı revan'dan (yürüyen taht) geldiği söylenmektedir. Ancak nu bizi yanıltmasın, zira naçizane bünyemizde bu kelimenin kökeninin taht-ı revalli olduğu hissi uyanabilir. Hikaye şöyledir: Bir İtalyan öyle ya da böyle (bu arada möble ne enteresan bir kelime değil mi!) Osmanlı sarayına gelir ve "Ahanda süper bir icadım var. Nah şu tahtayı tam ortasından şu demire koyuyorsunuz. İki ucunda da şehzadeler sallanıyor, kim kimi göt üstü oturtursa o padişah oluyor!" der. Saray erkanı da "Süper icat hacı! Bunun adı taht-ı revalli olsun sana da bundan sonra Revalli Paşa diyelim. Geç bakalım Donizetti Paşa'nın yanına!" diyerekten bu şahsı taltif etmişler, şerefsizin yüreğine su serpmişlerdir.

Aranızda, "Tahterevalli, sadece parklarda rastladığımız, iki ucuna iki veledin oturduğu bir eğlence aracıdır" diyecek kadar şuursuz insanlar var mıdır bilmiyorum, ama KYH olarak bizim yaptığımız araştırmaya göre tahterevalli bundan çok daha öte bir anlam taşıyor. Zira keşfimiz odur ki; tahterevallinin semiyotik analizi, onun gerçek işlevselliği hakkında ne sahih bilgiyi sunmaktadır. (Yeminle konu üzerinde çok çalıştık!)

Tam ortada dengeyi sağlayan bir metalin üstüne bindirilmiş bir kalasın iki ucuna oturan insanlar -bu işlemi cidden benimsemişlerse- gerçek karakterlerini, çatışmalarını, güvensizliklerini bu basit aygıt aracılığıyla, rahat bir rahatsızlık içinde açığa çıkarırlar. Şahsi tahterevalli deneyimleri, "Ulan, bu şerefsiz şimdi kalkarsa şak diye kıç üstü otururum, acaba ben mi önce kalksam?!" ile sınırlı olan insanların gündelik hayatlarında, korkularından dolayı götlük yapmaya eğilimli insanlar olduğu tespit edilmiştir. Zira başkalarına kazık atanların büyük kısmının (%86.4) hayattaki en büyük korkularının kazık yemek olması sizce de şahanemsi değil mi? Gelin görün ki tahterevallinin şüphe koltuğuna -bir kez olsun- oturmuş insandan hayır gelmez! Eti mekruh, ruhu metruk olur. Her karşılaştığı insana, "Ahanda ha kalktı kalkacak ve ben de o kıç acısını yine yaşayacağım!" diye bakar.

Tahterevalli, masum olmayan bir güven oyununun masum bir aracıdır: Kimi zaman sade ve dingin ilerleyen bir süreç vardır, kimi zamansa bombastik bir hezeyan fırtınasının yarattığı dalgalar... Neticede bu aygıt, iki kişi arasındaki ilişkinin, bize ta çocukluğumuzda bahşedilen, en temize ve net metaforudur!

İşin özü odur ki Revalli Paşa, rüyalarımıza gulyabani olarak girmeye yeltenmeden, en görünür ve ayık haliyle, bizi korkutmayı başarmıştır! Bu şahsiyet (şu dünya üzerinde bir nebze nefes almamış bir insan olarak) bize, toplumsal ilişkilerde diplomasinin önemini anlatmaya çalışmış ve bunu da taht-ı revalli metaforuyla becermiştir.

Peki bu korkudan muaf olmak mümkün değil midir? Böyle mi gider her daim, bu kaypak düzen? Bir ihtimal daha yok mudur?

Belki de vardır be hacı!

Hakikatliğini bilemeyiz ama bu yazıyı okumaya başlarken gördüğünüz resim, tahterevallideki yegane güzel ihtimaldir! "Tahterevallinin tam ortasına oturmakta ne eğlence olabilir ki?" diye soran olursa, KYH ailesinin ezici bir çoğunlukla (%92.1) "Bu eğlence anlayışınıza göre değişir" yanıtını verme konusunda uzlaştığını belirtmemiz gerekiyor.

Velhasıl-ı kelam siz muhteşem okuyucularımızı, Romen karikatürist Mihai Ignat'a 1999'da Aydın Doğan Karikatür Yarışması Birinciliğini kazandıran çalışma işe başbaşa bırakırken, bloga ilk kez bir resim almanın gururunu yaşıyoruz. (Teşekkürler Nes!)

Öte yanda da, hepinize, "Ne güzel abimizdin sen İlhan İrem" demeden de geçemiyoruz:

Tahterevallinin bir ucunda sen, bir ucunda ben
İkimizde şikayetçiyiz dengelerden
Ölgün bir ışık hep yanıp sönen
Bir fener sanki hep sularda ben
Tahterevallinin bir ucunda sen, bir ucunda ben
İkimizde şikayetçiyiz dengelerden
Baharlar bitti, çocuklar gitti
Aşağı yukarı kaç sene geçti
Baharlar bitti, çocuklar gitti
Aşağı yukarı kaç zaman geçti
Tahterevalli yali balli, tahterevalli yali balli
Tahterevalli yali balli, tahterevalli yali balli
Tahterevalli yali balli, tahterevalli yali balli
Tahterevalli yali balli, tahterevalli yali balli
Tahterevallinin bir ucunda sen, bir ucunda ben
İkimizde şikayetçiyiz dengelerden
Başımda bulut, doymadan unut
Hangimiz ağır, hep yükselen ben
Sonsuz med-cezir, sevgimiz esir
Sen kumlardasın, uçup giden ben
Baharlar bitti, çocuklar gitti
Aşağı yukarı kaç sene geçti
Baharlar bitti, çocuklar gitti
Aşağı yukarı kaç zaman geçti
Tahterevalli yali balli, tahterevalli yali balli
Tahterevalli yali balli, tahterevalli yali balli
Tahterevalli yali balli, tahterevalli yali balli
Tahterevalli yali balli, tahterevalli yali balli

Film

Fransızca. İsim

TDK’dan, noktasına virgülüne dokunmadan.

1- Fotoğrafçılıkta, radyografide, sinemacılıkta resim çekmek için kullanılan, selülozdan, saydam, bükülebilir şerit.

2- sinema. Bir oyunun bütününü taşıyan şerit veya şeritlerin bütünü.

3- sinema. Sinemalarda gösterilen eser.

4- Camlara yapıştırılarak içerinin görünmesini engelleyen bir tür ince yaprak.


TDK’nın yukarıda güpgüzelce yaptığı tanımlara istinaden filmin, sinemalarda gösterilirken bükülebilen, bütünün bütünü ince bir yaprak olduğu sonucuna varabiliriz, pek muhterem nurlar! TDK'yı bu muhteşem yaklaşımından ötürü kutluyoruz. (Hatta araya amatör bir filmden parça atmak bile isteriz: "Senden ötürü mü, benden ötürü mü? Cevap versene gız TDK, kimden ötürü?")

Film kelimesinin "ayak tabanı" anlamına gelen Yunanca pelma'dan, ince ve düz tabaka benzeşmesine istinaden türediğine dair iddialar mevcuttur. Bu da bize insan evlâdının başı sıkıştığında, çağrışım zincirini ne kadar saçma bir şekilde kullanabildiğini gösterir. Sen düztaban modelinden yola çıkıp filmi ayaklar altına al iyi mi! Selülit, asetat ve polyester malzeme üstüne ışığa hassas kimyasalların sürülmesinden oluşan teknolojik bir malzemenin adının ayak tabanından gelmesi, sizde de bir kumsalda yürürken geriye dönüp bıraktığınız izlere bakarak, "Lan bu kumsalda ne filimler çevirdim be! Hayatım filim olur" lafını söyleme ihtiyacı doğurmuyor mu?

İşin teknik kısmını bir yana bırakacak olursak, sinema sanatının özünü oluşturan filmler modern zamanların masalları olarak görülmektedirler. Hani köy meydanında hikaye anlatan gezginler, meddahlar, orta oyunu kumpanyaları vardır ya, işte film de özünde başka bir halt değildir. Binlerce yıllık kadim geleneklerden doğan anlatıların, teknolojinin parlak ışığı altında işlenmiş halidir. Hatta, Marshall McLuhan'a kalsa, köyde ateşin başında izlenen ve dinlenen masalların -Gutenberg Galaksisi denilen kitapların hakimiyetiyle geçen 400 küsur yıldan sonra- yeniden canlanmasıdır.

Osman F. Seden adına! Açın TV'yi, herhangi bir dizi filmi izlemeye başlayın! Anneannelerimizin yaptığı mahalle dedikodularının daha organize halinden başka bir hikaye göremezsiniz. Sadece Binbir Gece, Yaprak Dökümü vb. gibi dizilerden bahsettiğimi de sanmayın. Mesela Lost'u ele alalım. Dizideki tek fantastik öğe olan adayı çıkarınca geriye ne mi kalıyor? Aynı kadın için kavga eden adamlar, başkalarına istediğini yaptıran kurnazlar, bebek hırsızlığı, zina, entrika, yalan dolan... Mahalleye yerleştirmeye kalksanız; Hugo'dan paranoyaya sarmış Şen Kasap, Sawyer'dan mahallenin bıçkın delikanlısı, Jack'ten Aysel Teyze'nin dotor çıkan oğlu, Kathy'den evde kaneviçe işleyip kısmet bekleyen ama bir yandan da gizli gizli oynaş içinde olan bir mahalle kızı, Locke'tan durmadan hikaye sıkan taksi şoförü çıkarabiliriz.

Bundan dolayı, filmler hakkında konuşmaktansa, "Filmin ne menem bir halt olduğunu hepimiz biliyoruz da peki nasıl yapılır?" sorusuna yanıt aramak daha faydalı olacaktır. Kafa Yolları Haritası, büyük bir kültür hizmetine imza atıp evde nasıl kendi kısa filminizi yapacağınızı açıklıyor!

Fırında Kısa Film Mercimeği

Malzemeler:

Senaryo (3-5 sayfa)
Oyuncular (en az 2 adet)
Kamera (filmli kamera olmasın)
Işık (bildiğin ampül)
Stanley Kubrick posteri (1 adet)
Şokella (1 kavanoz)

Malzemeleri İnceleyelim!

Senaryo, bir filmin en önemli öğesi olup, bir dramatik çelişki (otomatik işkillenme üretim mekanizması) üzerine kuruludur. Yani, filmde bir kötü bir de iyi karakteriniz olmalıdır. Kötü adam götün tekidir, iyi adam da taharet musluğu! Kısaca, iyi bir film bir bok üzerine kurulu olmalıdır. Bu saçmalığı inandırıcı yapan malzeme (prop) ise oyunculardır.

Örnek olması açısından size bir kuple senaryoyu oyuncularıyla sunuyoruz. Örnekteki dramatik çelişkiyi ve karakterleri dikkatlice takip edin.

Jane'in ihtiraslı bedeni Tarzan'ın (Rocco) kaslı kolları arasında hummaya tutulmuş makak maymunu gibi titrer. Jane, Tarzan'a sarılır.

Jane (Gözlerini kapatır):
Ohhh! Mmmmmm

Tarzan (Umarsız bir şempanze gibi):
Ooh! Aaaaaaaaa

Ağaçların arasına saklanan Çita onları kıskanç bakışlarla izler. Eline bir taş alır. Yavaşça Jane'in arkasından yaklaşır ve taşı Jane'in kafasına vurur.


Bir filmin olmazsa olmazı - hatta senaryodan bile daha önemli öğesi- kameradır. Çünkü kameranız yoksa çektiğiniz şeye tiyatro, oyuncuların bundan haberinin olmadığı durumlarda da röntgencilik (voyeurism), denir. "Kameram var, gizli çekim yapıyorum" diyorsanız da, camera obscura'yı yanlış anlamışsınız demektir ve TCK hükümlerince alacağınız cezadan indirim yapılmaz.

Hazırlanışı:

Salonun ışığını açın. Kamerayı, Kubrick posterinin tam karşısına yerleştirin. REC tuşuna basmadan önce oyuncu(lar)ınızı motive etmek için "Aslansın kaplansın" deyin. Art direktörle görüntü yönetmeninin kapışması bitince (her iki görevde sizde ise bir tür sanatsal iç kavga demektir bu) REC tuşuna basabilirsiniz. Burada unutulmaması gereken, her oyuncunun kendi adının yazdığı repliği söylemesidir. Gerisi senaryo gereği akacaktır. (Arada doğaçlamalara izin verin.)

Bir konuyu da böylece işlemiş olmanın gururunu yaşıyoruz sayın sinefiller. Huzurlarınızdan ayrılırken sizi, Yüzüklerin Efendisi serisinin soundtrack'iyle başbaşa bırakıyoruz.

Rı rınım
Rı rınım
Rı rı rııı rııı
Rı rınım
Rı rınım
Rı rı rııı rııı